30 Temmuz 2014 - 08:55
Allah’ın İpi; Direniş Cephesi…

“O hâlde hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve parçalanmayın!” (Al-i İmran 103)

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Düştüğü derin kuyuda ölümün eşiğine gelen insanoğluna Allah’ın (c.c.) rahmetinin nişanesi olarak uzatılan ipe tutunmasının emredilmesinin nedeni, kuyunun dibinde karanlığın körelttiği gözlerle hakikati bulma ihtimali kalmayan ve manevi açlıktan ve soğuktan her gün “helâk”a daha fazla yaklaşan insanoğlunun bu ip vasıtasıyla bulunduğu çaresizlik kuyusundan çıkmasını sağlamaktır. 

Batıl tarafından sürekli bölünmelerle gücü elinden alınmış hak cephesinin erlerine yönelik uyarıda ise bu kurtuluşun ancak toplu halde hareket etmekle birlikte olacağı belirtilmektedir. Tıpkı kuyudan çıkmayı gerçekten isteyen birinin kendisine uzatılan ipe iki eliyle sarılıp bütün gücüyle yukarı doğru hareket etmesinin gerekmesi gibi, haktan yana olanların, hakkın düşmanlarına karşı verdikleri mücadelelerde de hep beraber hareket etmeleri zaferin temel şartıdır.

İslam çağının başlamasıyla birlikte, insanlığa uzatılan bu yardım eli, Resulullah (s.a.a.) ve Ehl-i beyt (a.s.) ile mücessem hale gelmiş, tahribata ve tahrifata uğramış geçmiş inançlara sarıldıklarından dolayı bir anda kendilerini cehaletin ve zulmün elleri arasında ezilir halde bulan halklar, kendilerine uzanan bu şefkat ellerine “Allah’ın (c.c.) ipi” olduklarından dolayı sarılarak, zulümatın esaretinden kurtulmuşlardır. 

Bu ip öyle “sağlam bir kulptur” ki bağlı bulunduğu hakikatten asla kopmaz ve koparılamaz olduğu, tarih boyunca binlerce defa batıl cephesinin saldırılarına rağmen yoluna devam etmesinden bellidir.

Kopmaz ve sağlam olduğu kendi düşmanlarınca da teşhis edilen “Allah’ın (c.c.) ipi”ne karşı mücadele eden batılın taraftarları, insanları hakikatin doruklarına taşıyan bu sağlam ipin tanınmasını engellemek için ellerinden geleni yapmışlar ve en sonunda da birçok benzerini(!) üretmekte çareyi bulmuşlardır. Böylece birbirine benzeyen seçeneklerden hangisinin gerçek kurtuluşa götüreceğini bilemeyen nice bireyler, kendilerine sunulan farklı farklı kurtuluş(!) yollarından herhangi birine bağlanıp tek kurtuluş yolunun o olduğunu düşünmeye ve diğerlerini dışlamaya, yok saymaya başlamışlardır. Topluca ve sımsıkı sarılmamız emredilen “Allah’ın (c.c.) ipi” yerine, avam tabirle “çakma” birçok “ip”e sarılmaya başlayan ümmetin fertleri birbirlerinden uzaklaştıkça, sarıldıkları “iplerin” batılın halkalarına takılı oldukları ortaya çıkmıştır. Zira bu “iplerin” sonunda ne Hakk’ın emrettiği bir yaşam biçimi ne de zalimlerin rahatsız oldukları adil bir düzen olmadığı, aksine değişik renklerle süslenmiş bu iplerin her birinin bir ucunun farklı bir süfyaninin elinde olduğu belli olmuştur.

Bu işin ilk “usta”sı bugünkülerin de atası olan Muaviye olmuş, “Allah’ın (c.c.) ipi” olan İmam Ali’den (a.s.) insanları uzaklaştırmak için adeta firavunun sihirbazlarının yaptığı gibi kendi ellerindeki ipleri meydana atmış, bu iplerin maharetiyle boyadığı gözlerin üzerine nifak saltanatının temelini kurmuştur. Her ne kadar İmam Ali’nin (a.s.) varlığı Hz. Musa’nın (a.s.) asasının etkisini oluşturmuş olsa da, sihirbazların imana gelen bozulmamış fıtratlarından fersah fersah uzak olan nifak yüklü kalbin sahibinin yeni fitneleri, ruhlarını nefislerine esir etmiş halkın genelinin haktan uzaklaşmasını yine de sağlamıştır. Tarih boyunca bu iflah olmaz nifak sihirbazları, kurdukları saltanatları devam etsin diye bu tür saptırmaları çokça uygulamış ve insanların asırlar boyunca “Allah’ın (c.c.) ipine” topluca sarılmalarına mani olmuşlardır.

Nifakın maharetli tatbikçileri olan “iplik ustalarının” ipliği, İran İslam İnkılabının vuku bulduğu tarihten itibaren pazara çıkmış, oyunları bozulmaya başlamış, sağlam diye “piyasaya” sürdükleri ipler bir bir kopmuş ve bu iplerin hipnoz ettiği zihinler üzerine kurdukları iktidarları yıkılmaya yüz tutmuştur. İslam İnkılabının “kökü ezelde olan, dalları ebede doğru uzanan” ağacına asılı duran “Allah’ın (c.c.) ipi”, oluşturulan direniş cephesinin genişlemesiyle daha fazla mazluma ulaşmayı başarmış, gerçek kurtuluş yolunu ve bu yolda rehber olacak şiarları tekrar insanlığa sunmuştur. Musa’nın (a.s.) asasının kendi ürettikleri yılanları bir bir yuttuğunu gören büyük şeytan ve süfyaniler, geçen yıllar boyunca ne kadar çok çaba harcasalar da hakikatin ejderhasına karşı her alanda her daim yenilgiyi tatmaktan kurtulamamışlardır.

Böylece geçen 35 yılın ardından süfyaniler, tekrar atalarının en etkin yollarından olan hakikati batılla karıştırma yoluna başvurmaya niyetlenmiş ve kullandıkları terimlerle, getirdikleri tekbirlerle, okudukları Kur’an’la ve kıldıkları namazla Müslümanlara birebir benzeyen yeni yetme münafıklar üretip meydana salmışlar, bu şekilde hakikatin alternatifsizliğini ortadan kaldırmaya ve hakka giden yolun apaçıklığına darbe vurmaya çalışmışlardır. 

Yıllar sonra Allah’ın (c.c.) ipine topluca sarılmaya niyetlenen ve yenilgiler çağı kapandığı için özgüvenini kazanıp zulmün karşısında göğsünü siper eden ümmet, renkli renkli ipleri görünce tekrar kendi içinde çatışmaya ve hangi ipin Allah’ın (c.c.) ipi olduğu konusunda tartışmaya başlamıştır. Süfyaniler tarafından alevlendirilen bu tartışmalar sonucu, bütün gücünü kendi iç meselelerine çeviren ümmet, böylece zalimlerin ömrünün uzamasına da göz yummuş olmaktadır.

Nifak tezgahlarında oldukça “usta”ca dokunan batılın hak boyalı “ipi”nin temsilcileri, meydana çıktıkları coğrafyalarda öncelikle Allah’ın (c.c.) bütün şiarlarına saldırmaya başlamışlar, kendileri dışındaki bütün Müslümanları tekfir ederken asıl kafirlere gülücükler dağıtmışlar, yetiştikleri mezbahalardan çıktıkları alanlarda ümmetin mazlumlarının kafalarını kesip, derilerini yüzmüşler, ciğerlerini dişleyerek kendilerini yetiştirenlerin yüzlerini “ak” etmişler, camileri, okulları bombalayarak ilme ve imana verdikleri önemi(!) ortaya koymuşlar, peygamber (a.s.) ve sahabe türbelerini yıkarak, yakarak, talan ederek kendi dinlerinin özünü belli etmişler ama tüm bunları yaparken de namazlarından, niyazlarından, tekbirlerinden asla taviz vermemişlerdir. 

Bu “ip”in bağlıları, tecavüzden önce nikah kıyarak atalarının dinlerine bağlılıklarını da ortaya koymuşlardır. Önce Suriye’de sonra da Irak’ta ümmetin başına bela olan ve üzerinden sürekli olarak kan damlayan “ipin” sahipleri, ellerinde tuttukları “ip”le ümmetin kurtuluşuna vesile olmak şöyle dursun, o “ip”le ümmetin boğazını sıkmaya ve onu yok etmeye niyetlenmişlerdir.

Bu noktada devreye giren ve varlığı ile ümmete umut aşılayan “Allah’ın (c.c.) ipinin” günümüzdeki temsilcileri olan İran İslam İnkılabı ve direniş cephesi, bütün barbarlıkları ile hakkı zulmün elinde oyuncak haline getirip, batılın egemenliğine çanak tutan münafıkların karşısına bütün coğrafyalarda bir bütün olarak çıkmış, vahşetin tüm gücüyle işgal etmeye çalıştığı memleketlerin karartılmış gökyüzünde, güneş gibi parıldamaya ve hakkın nurunu halka sunmaya başlamıştır. 

İmam Ali’nin (a.s.) öğrencileri, Muaviye’nin öğrencilerinin aksine bu savaşta haktan asla sapmamış, en şiddetli cephelerde dahi herhangi bir düşmana eziyet etmemiş, esir aldıklarına karşı gösterdikleri muamele ile insaniyet dersi vermiştir. 

Birçok davranışları ile insan olmadıklarını haykıran ve insanlığın düşmanı olduklarını, bütün insanlara karşı takındıkları tavırla ortaya koyan vahşilere dahi böyle bir tutumla yaklaşan direniş cephesinin erleri, savundukları vatanları kurtuluşa erip süfyanilerin artıklarını da o topraklardan temizledikten sonra, baş başa kalacakları halklarının izzetini ve şerefini de nasıl koruyacaklarını ortaya koymuşlardır.

Büyük şeytanın başını çektiği şer cephesinin hedefe giden yolda her türlü aracı meşru bilen zihniyetinin tam karşısında duran ve hedeflerini tüm yeryüzü mazlumlarının ve mustaz’aflarının kurtuluşu üzerine kuran İran İslam İnkılabı ve direniş cephesi, bugün insanlığın felaha kavuşması için yegane ümididir. 

Bu cephe Allah’ın (c.c.) yardımıyla elde ettiği kazanımların tümünü tüm insanlığa sunarak, din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapmadan herkesi kuşatmakta ve kucaklamakta, yeryüzünün herhangi bir noktasındaki mazlumların “imdat” çığlığına derhal yanıt vermekte ve sömürmeden samimiyetle yardımın nasıl yapılacağını ibretlik bir ders misali tüm insanlığa göstermektedir. Bu yüzden hangi renk ve yüzle karşımıza çıkarlarsa çıksınlar, direniş cephesinden gayri bütün yollar bizleri zulmün elinde tuttuğu esaret zincirlerine sarılmaya çağırmakta, çeşitli süslerle asıl rengi örtülen batılın kucağına itmektedirler. Oysa direniş cephesi tıpkı haritadaki dizilimi gibi “Allah’ın (c.c.) ipi” olduğunu var olduğu günden beri defaatle ispatlamış, kendine sarılanları karanlıklardan nura, zilleten izzete çıkarabilmiş ve esaretin zindanını, cesaretin önderlerinin çağrısına uyarak yerle yeksan eylemiştir.

Bu gün Allah’ın (c.c.) yolundan gitmek için bizlerin toplu halde “Allah’ın (c.c.) ipi” olan direniş cephesine sarılmamız, her alanda o cepheye bağlılığımızı haykırmamız dünya ve ahiret saadetimiz için elzemdir. 

Bugün “Lebbeyke ya Hüseyin’in” meali “Lebbeyke ya Hamaney”dir. Bugün Sıffin ve Nahrevanın iki safından biri vahhabi selefi çeteler ve bunların hamisi olan siyonizm , diğeri ise günümüzün Ali’sinin komutanlığını yaptığı direniş cephesidir. Görmekten korkmayan ve dünyaya dalmayan gözler için hakikat ortadadır. Asıl imtihan budur. Ya Allah’ın (c.c.) ipine sarılıp ahsen-i takvime çıkacağız, ya şeytan-ı kamilin bize uzattığı ipe sarılıp esfele safiline ineceğiz.

Ekler