Anadolu’da yüzyıllardır süre gelen
Alevilik inancının, kendi öz kimliğini koruyarak bugünlere kadar gelmesindeki
en büyük etkenlerden birisi, Alevi dedelerinin özveriyle çalışmaları ve çok
büyük fedakârlıklarda bulunmaları olmuştur.
Tarihin zorlu sayfalarında birçok imkânlardan mahrum kaldıkları için kimlik
mücadelesi veren Alevi toplumu, Dedelerin diyar diyar, köy köy gezmeleri ve bu
yolu ve inancı anlatmaları sonucunda varlıklarını koruyabilmişlerdir.
Günümüzde de aynı şekilde birçok Alevi değerleri, dedeler öncülüğünde
yaşatılmaktadır. Muharrem ayında her akşam cem evlerinde toplanan Alevi
toplumu, Dedelerin anlatımı ile Kerbela’yı ve İmam Hüseyin’i anarak bu
muhabbeti yaşamaktadırlar. Tarih boyu süre gelen bu zorlu mücadele aynı hızıyla
günümüzde de devam etmektedir. Her zamanın kendisine göre zorlukları olduğu
gibi günümüzdeki en büyük zorluk ise Dedelerin geçimlerini sağlamak için
gündüzleri çalışmak zorunda olmaları ve akşam olunca da yorgun argın gelerek o
topluma bir şeyler vermeye çalışmalarıdır.
Dedeleri değersiz ve yetersiz göstermeye çalışanlar, bu yolun bugünlere kadar
ne gibi zahmetlerle geldiğinden ve imkânları dâhilinde edindikleri bilgilerle
bu topluma önderlik eden Dedelerin varlıklarının ne kadar önemli olduğundan haberleri
yoktur.
Doğrudur; Alevi dedelerinin Alevilik üzerine eğitim alacakları bir okul ve
mektep olmadı ve Dedelerimiz kendi babalarının anlattıkları bilgileri
dinleyerek yetiştiler. Bu yolu, sineden sineye bu günlere taşıdılar. Elbette
okul okuyan birisiyle, sadece babasından duyduklarıyla yetişen birisi, ilim
açısından bir olmaz. Ama böylesi bir imkânımız yoktu ki Dedelerimiz böylesi
okullarda yetişsinler. Bunun eksikliğini ve acısını yaşamaktayız. Ama bütün bu
eksikliklere rağmen, Dedelerin varlığı, Alevi toplumunun kimliğini korumasında
çok büyük bir lütuf ve nimettir. Eğer Alevi toplumu, bazı mekânlarda belli
zamanlarda bir araya geliyorlarsa bu, Dedelerin sayesindedir. Eğer Dedeler,
kenara çekilecek olsalar, hiçbir Alevi, hiçbir yerde bir araya gelmezler ve
sadece evlerinde oturarak kimliklerini kaybetmeyi beklerler.
Alevi toplumu, Dede-Talip ilişkisi sayesinde tarihin zorlu süreçlerinden
geçerek bugünlere kadar gelmeyi başarmıştır. Alevi köylerinde cem evleri oto
kontrol görevi görmüş ve mahkemelere gidilmeden bu toplumun sorunları oralarda
çözülmüştür. Bir dede sadece dini konuları anlatmakla kalmamış, aynı zamanda
insanlar arasındaki sorunları ve anlaşmazlıkları da çözmüştür ve bu sayede
Alevi halkını, dış dünyadan korumayı başarmıştır. Eğer Alevi halkının kendi
içindeki sorunlar ve davalar, kendi içlerinde dedeler sayesinde çözülmeseydi,
bu sorunlar ve davaların dışarıya taşınması sonucu asimile edilmeleri daha
kolay olacaktı. Çünkü gidecekleri mahkemelerde Alevilik üzerine değil de farklı
mezhepler üzerine hüküm verilmekteydi. Bu durum da ister istemez kendi
kimliklerini kaybetmelerine neden olacaktı. Ama o zamanki Alevi dedelerinin
öngörüsüyle Alevi halkının sorunları dışarıya taşınmadan kendi aralarında
çözülerek asimile sorunu ortadan kaldırılmıştır.
Dede ceme başlarken “İçinizde küskün, dargın var mı? Şikâyetçi, davacı var mı?”
diye sorar. Eğer küskün birileri varsa, onların sorununu halledip onları
barıştırmadan ceme başlamaz. Bu sorunlar halledilirken itiraz eden olursa veya
yapmış olduğu suçu büyükse, o şahıs düşkün ilan edilir. Düşkün ilan edilen
şahıs, cezasını çekene kadar ceme giremez; hatta eğer suçu büyükse kimse onunla
konuşmaz ve kimse onunla bir iş yapmaz. Dedenin böylesi bir yaptırımı olduğu
için sorunlar bir şekilde halledilir ve çözülür. Günümüzde bu gibi konular
belki bazılarına önemsiz ve değersiz gelebilir, ama tarihi süreçte bir toplumun
sorunları böyle çözülmüş ve bu şekilde kardeşliği ve kul hakkına önem vermeyi
daha iyi anlamışlardır.
Alevi toplumu yüzyıllardır bütün sorunlarını bu şekilde
çözmesiyle, Dedeler ile bir bütün haline gelmişlerdir. Alevi dedesi, bu
toplumun yeri gelmiş babası olmuş, yeri gelmiş kardeşi olmuş, yeri gelmiş
hocası olmuş, yeri gelmiş hâkimi olmuş, yeri gelmiş sırdaşı olmuş ve bu şekilde
onların, Alevi kimliklerini korumuşlardır.
Biz, kimse eleştirilmez demiyoruz; kimse eksiksizdir, kâmildir, mükemmeldir,
demiyoruz. Elbette dedelerimizin de tarihin getirmiş olduğu sıkıntılardan
dolayı bazı eksiklikleri olabilir; yine de bu eksikliler kendilerinden değil,
tarihteki acı olaylardandır. En büyük eksikliğimiz, dedelerimizin Alevilik
inancını Ehlibeyt’in, 12 İmamlar’ın temel kaynakları çerçevesinde öğrenecekleri
bir okulun olmamasıdır. Dedelerimizde karşılaştığımız bazı eksiklikler de bu imkânsızlıktan
kaynaklanmaktadır. Eğer imkân olsaydı da temel kaynaklara inilerek eğitim
alınsaydı, Kuran-ı Kerim’in orijinal dilini öğrenerek direk kendileri
okusalardı durum biraz daha farklı olurdu. Bazıları “Kuran’ın tercümesi var,
Arapça öğrenmeye ne gerek var” diyebilir. Bunu diyenlere şunu soruyorum:
Tercümeyi yapanın kim olduğu, hangi mezhepten olduğu önemli değil midir?!
Kuran-ı Kerim’in elde olan meallerine baktığımızda bazı ayetler farklı tercüme
edilmiştir. Bu farklı tercümeleri nasıl açıklayacaksınız. Bir Alevi dedesi
Arapçayı öğrenerek kendisi orijinal dilinden Kuran’ı okusa da kendi mezhebinden
olmayan mütercimlerin farklı tercümeleri arasında boğulup kalmasa daha iyi
değil mi?! Bizim kendi iç dinamiklerimiz varken neden farklı kesimlerin tercümelerine
ve anlatımlarına muhtaç olalım?!
Dediğimiz gibi Alevi Dedeleri, tarih boyunca bu toplumun kimliklerini
korumuşlar ve korumaya da devam etmektedirler. Alevi halkını bir araya getiren
Dedeleri bu toplumun içinden çeker alırsanız, Alevi toplumu başka hiçbir yere
gitmeyecek, evlerinde oturacak ve ne yazık ki bu şekilde kimliklerini
kaybetmeyi bekleyeceklerdir. Alevi toplumuna değer verdiğini söyleyen bazı
kardeşlerimizin bu konu üzerinde çok iyi düşünmelerini ve Alevi dedelerini
itibarsızlaştırmaya çalışmamalarını rica ediyoruz.
Bir Alevi Din Âlimi olarak, her zaman dedelerimizin yanında olduğumu ve
Alevilikle ilgili ilmi her konuda onların yardımcıları olmaya hazır olduğumu
söylüyorum.
Alevi Din Âlimi
Ali Akın Caba