Uluslararası Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı-ABNA-
İnsanlığın
bilinen tarihi, 5000 yıl ötesine kadar uzanmaktadır. İnsanlık, bilinen
tarihi süreç içerisinde devamlı savaş halinde olmuştur. İnsanlar
binlerce yıldır birbirini öldürmekte, birbirine yok etmek için harp
silah ve araçları geliştirmektedir. En önemli buluşlar, hep insanın bir
diğer insanı öldürmesi için kullanılmıştır.
İnsanlığın
savaş tarihinde yenenler ganimet elde ettikleri, topraklarını
genişlettikleri, esir/köle aldıkları için hep sevinmiş, yenilerler
üzülmüştür. Yenenler, diğer bir savaşta yenilinceye kadar, bulundukları
bölgede egemen olmuş, hükümranlık sürmüştür.
İnsanlığın birbirini boğazlamasına, öldürmesine yani savaşmasına neden olan etkenler nelerdir?
Bazılarına
göre, savaşların asıl nedeni "korku"dur. İnsanın, diğer bir insandan,
ailelerin diğer bir aileden, devletin bir diğer devletten korkması,
savaşın nedenlerindendir.
Savaşın
bir diğer nedeni de, kıskançlıktır, aç gözlülüktür. İnsanlar,
kendilerinde olmayan, ama başkalarında olan -giyim, kuşam, para, pul her
ne ise- varlılara sahip olmak istemişlerdir.
Savaşta
yenilen insanlar hiç bir zaman yenilgiyi hazmedememişlerdir. Çünkü
yenilenler, insan ve toprak kaybının yanında, mal, eşya ve
zenginliklerini de kaybetmişlerdir. Bazen yenilen taraf senelerce düşman
bellediği karşı tarafa "tazminat" ödemek zorunda kalmıştır.
Tazminatların ödenmesi, zaten yoksulluk içindeki bir milleti, daha da
yoksulluğa sürüklemiştir.
İnsanlar
üzerinde yaşadıkları toprakları zamanla yurt edinmiştir. Yurdun
savunulması gereği, silahlı ordu kurulmasını zorunlu kılmıştır.
Toprak
ilk günden bugüne, yer altı kaynaklarıyla birlikte, insanlar için
vazgeçilmez bir değer, önemli bir doğal zenginliktir. Su ve hava da en
az toprak kadar değerlidir. Toprak, su ve hava olmadan insanın yaşaması
olası değildir. O yüzden, suyu bol, havası temiz olan yeni topraklar
kazanmak, zamanla kazanılan toprağı yetersiz bulup, başkaca insanlara
yurt olan toprakları zorla ele geçirmek, savaşların önemli nedenlerinden
olmuştur.
İlk
çağlardan beri insanlar topluluk halinde yaşarlar. Bir insanın tek
başına yaşaması söz konusu olamaz. Tek başına yaşayan insan kendisini
koruyamaz. Gıdasını temin edemez. Giyim kuşamda zorlanır. Hayvandan
farkı kalmaz. Ancak, tek başına yaşayamayan insanlar, bir araya gelince
eninde sonunda kavga etmiş, kavgalar zamanla büyüyerek çatışmaya ve
savaşa dönüşmüştür.
Tarih
boyunca insanlar, düşman belledikleri diğer insanları öldürmek için,
ortaklıklar, dostluklar ve giderek "ittifak"lar kurmuşlardır.
İttifaklar, savaşın alanını ve boyutunu genişletmiştir. Sonuçta, yüz
yıllarca süren ilkel savaş ortamı yerini modern silah sistemlerinin
kullanıldığı, kara-deniz-hava harekat ortamlarında cereyan eden "üç
boyutlu" savaş alanlarına terk etmek zorunda kalmıştır. Günümüzde
savaşların boyutu üç boyutlu olmaktan çıkmıştır.
Savaş,
ilk çağlardan beri maddi ve manevi kuvveti gerektirmiştir. Her dönemde
maddi ve manevi gücü olan, maddi ve manevi gücü zayıf olanları
yenmiştir. O yüzden savaşan taraflar savaş alanlarına hep güçlü,
kuvvetlileri, yani gençleri sürmüştür. Savaşa gidenler, törenlerle
uğurlanmıştır. Savaşta ölenlere "kahraman" denmiştir. Alkışlarla veya
dualarla toprağa gömülmüştür. Yiğitlik gösterenlere anıt
yaptırılmıştır. Ancak, her savaş alanı, çoğunlukla gençlerin mezarı
olmuştur. Bazı zamanlar devam eden savaşlar yüzünden ölenlerin defin
gereksinimi bile karşılanamamış, ölenler insan onuruna yakışmayacak
şekilde topluca, toplu mezarlara gömülmüştür.
Savaşlar,
bütün boyutlarıyla savaş alanlarında sonlanmamıştır. Savaşanlar
birbirine kin beslemiş, yüzlerce, hatta binlerce yıl sürecek kin ve
nefret tohumları savaş alanlarında ekilmiştir. Kin ve nefret, müteakip
yıkımları ve can kayıplarını beraberinde getirmiştir. Tarihin hiç bir
döneminde savaşın ve yıkımın olmadığı uzun bir devir yaşanmamıştır.
İnsanın
aklı çoğunlukla düştükten sonra başına gelir. Düşen insan neden
düştüğünü tarafsız bir gözle, duygularını katmadan sorguladığında,
düşmesine neden olan etkenleri, varsa yaptığı hataları kolaylıkla anlar.
Bir daha aynı yerden geçerken, aynı hataları yapmamaya özen gösterir.
Bu, normal bir insan refleksidir. Düştükten sonra, düşmesine neden olan
hataları incelemeyen insanlar ise, aynı hataları tekrarlayacaklarından,
aynı noktadan her geçişlerinde yine düşerler. Vücutları yara alır. Düşme
tehlikeli bir yerde olmuşsa, neticesi ölümdür. Bu değişmez bir kuraldır
ve toplumlar için de geçerlidir. Toplumlar ve toplumu idare edenler,
duygusallığı ve politik çıkar kaygılarını bir kenara bırakarak,
geçmişteki hatalarından ders almalıdır.
Toplumların
özü insandır. Toplum refleksi, doğrudan doğruya insan doğasıyla
ilişkilidir. İyi ya da kötü, insanın özünde var olan duygular, topluma
da bulaşır. II. Dünya Savaşı'na Almanları sürükleyen tek neden Hitler
faktörü değildir. Hitler'i yetiştirip, büyüten, karar verici makamlara
getiren Alman toplumunun kendisi de doğrudan sorumluluk sahibidir.
Kutsal kitaplarda savaş:
Savaş,
kutsal kitaplarda da yer almıştır. Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'a
göre, İsrail oğulları sürekli olarak diğer uluslarla savaşmalıdır
(Exodus 21:12, 15; 22:19; Leviticus 20:11).
Hıristiyanların
kutsal kitabı İncil'e göre ise, günahkar insanların çok olduğu
dünyamızda, savaş kaçınılmaz bir gerekliliktir. İncil'e göre günahkar
insanların suçsuz, günahsız insanlara daha fazla kötülük yapması ancak
savaşla önlenebilir. Bu noktada Hz.İsa'nın savaşı desteklemediğini
söylemek doğru değildir. Savaş, günahkar olmanın bir sonucudur (Romans
3:10-18). Hıristiyanlar savaş arzusu içinde olmamalıdır (İncil,
Romalılar 13:1-4; Peter 2:17). Hıristiyanların çoğuna göre II. Dünya
Savaşı'nda Hitler mağlup edilmeseydi, daha milyonlarca suçsuz insan
savaşta ölecekti. Yine Amerikan Sivil Savaşı olmasa idi, milyonlarca
Afrika kökenli Amerikalı katledilecekti.
Kur'an-ı
Kerim'de, Bakara Sûresi'nin 216. Ayetinde "Savaş, hoşunuza gitmediği
halde, size farz kılındı"..190. Ayetinde "Sizinle savaşanlara karşı
Allah yolunda siz de savaşın."... 193. Ayetinde "Hiçbir zulüm ve baskı
kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.
Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere
karşıdır." emirleri yer almaktadır.
Aslında
kutsal kitaplarda savaşa destek veren, savaşı emreden
ayetlerin/emirlerin yanında, savaşa karşı olan, savaşı hoş görmeyen
ayetler/emirler de yer almaktadır. Bakara Suresi 191. Ayette "Onlar
sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa
(siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir."
buyrulmaktadır. İncil'de ise "Savaş zamanında yapacağımız en önemli şey,
çatışmaların hızlı çözümüne, sivil kayıpların en az olmasına,
askerlerimizin Tanrı tarafından korunmasına ve liderlerimize bilgelik
vermesine dua etmektir (Filipililer 4:6-7)." Ancak, toprak kazanmak,
sömürge elde etmek, daha fazla refah seviyesine ulaşmak hedeflerinin
dışında, sadece kutsal kitapların emirleri ve savaşanlara vaat ettikleri
bile insanları savaşa sevk etmeye yetmektedir. Belli ayetlere/emirlere
göre hareket eden liderler ve onların yönettikleri toplumlar, bazen en
olumsuz şartlarda bile savaşa neden olabilmişlerdir.
Savaşa kimler karar verir?
Tarih
boyunca savaşa hep yönetenler, yani liderler karar vermiştir. Ancak her
nedense çok az lider harp alanında görev yapmıştır. Hatta yönetenler
harp alanının yakınına bile yaklaşmamıştır. Hep en geride, en emniyetli
bölgelerde bulunmuşlardır. Esasen liderler, daima liderleri için canını
vermeye hazır olan halk tarafından korunmuş, güvenlik altına alınmıştır.
Liderlerden sonra savaşa en az katılan kesim ise, seçkinler sınıfını
oluşturan zenginler olmuştur. Bunun sonucu olarak, savaşa karar veren
olmasalar bile, tarih boyunca en büyük yıkıma uğrayanlar daima ve
kaçınılmaz şekilde yoksul kesim, yani gariban diyebileceğimiz halk
tabakası olmuştur. Bu, her türlü harbin (Genel Harp, Bölgesel Harp,
Klasik Harp, Nükleer Harp, Kimyasal Harp, Gayri Nizami Harp vb.)
değişmez kuralıdır.
İnsanlar,
özel hayatlarında karşı karşıya kaldıkları sorunları korkmadan
sorgulayabilmelidir. Benzer şekilde, yönetilenler, devletin geleceğini
ilgilendiren konularda devlet yetkililerine detaylı soru sorabilmelidir.
Devleti idare edenler de topluma karşı karşıya kalınan sorunun
kaynağını, sorunun çözümü konusunda ne düşündüklerini doğru şekilde
anlatmalıdır. Toplum kesimlerince tam ve ayrıntılı olarak bilinmeyen bir
sorunun tamamı hiç bir zaman öğrenilemez. Sorun tam olarak
öğrenilemediği sürece, iktidarlar, sorunun üzerine doğru şekilde ve halk
desteğini arkalarına alarak gidemez. Bir milleti savaşa sürükleyen
liderler, eninde sonunda halkına tarih önünde hesap vereceklerini
bilmelidir. Çünkü, harbi başlatmaya karar vermek bizim elimizde
olabilir. Ancak, harbin bitmesine asla biz -yani harbi başlatanlar-
karar veremeyiz. Mademki savaşın bütün vebali halkın omuzlarına
yüklenmektedir, iktidarlar, yani karar vericiler, savaşa neden karar
verdikleri konusunda halka doğru ve net bilgiler vermelidir.
Ahmet Akın, NATO Uzmanı
7 Temmuz 2024 - 15:53
News ID: 1470327
Bugünkü tanımıyla savaş, devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek, giriştikleri silahlı mücadele, silahlı çatışmadır.