30 Eylül 2011 - 20:30

Kanlı, kârlı; mezhep savaşları (5) Sanal düşman “Şii Hilali” “Müslüman din kardeşlerim” dediği Kürtlere “direniş” çağrısı yapan Tayyip Erdoğan; Şiilerle “din kardeşi” değil misin?

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Müslümanları katleden, mabetlerini bombalayan “en büyük terörist” e karşı direnen bu insanları niçin sindirmek istiyorsun!

“Kelime-i şahadetin düşmanları, Müslümanların kaderi üzerinde muhtarlık yapıyor...”

Yaşar Nuri Öztürk, “Orta Doğu’da işin esas can alıcı coğrafyası, oyunun esas oynanacağı coğrafya İran ve Türkiye’dir. Öbürleri devede tüy Batı için...” diyor.

“Mezhep” sözcüğünü telaffuz etmek dahi istemiyor:

“Müslümanlar bundan o kadar acı çekmiş ki, durup dururken bunu kaşımazlar. Bu dışarıdan kaşınır. Önce eşeği kaybettirip, benim muhtarlığım denetimimde eşeği bulun demeye getiriyorlar. Kelime-i şahadetin düşmanları, Müslümanların kaderi üzerinde muhtarlık yapıyor. Türkiye, İran’ı karşısına alırsa, bu emperyalizm tarafından kullanıldığını gösterir... Kimin ne şikayeti var İran’daki mezhepten ki ittifak oluşturuyor? Bizim sınırdaşımız İran’la Kasr-ı Şirin’den beri ne sıkıntımız var?”

BRZEZİNSKİ’NİN RUHU DOLAŞIYOR

Hakikaten kimin ne şikâyeti var İran’dan?

Petrolün bulunduğu 1908’den beri tam saha pres uygulamalarına rağmen galibiyet elde edemeyen emperyalistlerin olabilir mi mesela?

Belki Büyük Britanya’nın açtığı yoldan ilerlemesine rağmen burayı bir türlü Winston Churchill’in yaptığı gibi “Zafer Köprüsü” ilan edemeyen Carter’ların, Bush’ların, Obama’ların vardır!

Yahut İran’da kapitalizmin bir sistem olarak kendini hissettirdiği ilk zamanlardakine benzer “modernizasyon” maskeli yeni bir “Beyaz Devrim” peşindekilerin...

Neden olmasın, sonuçta Brzezinski’nin ruhu dolaşıyor hâlâ bu coğrafyada!

Hâlâ “bir Amerikan ileri karakolu” için olduğuna göre bütün çaba; demek ki Bernard Lewis’in ’Büyük İngiliz Oyunu’nun Amerikan versiyonu masada;

“Kriz yayı” geriliyor “usta” larınca!

Carter’ın 1980’deki ‘Ulusa Sesleniş’inde dediği gibi, “Basra Körfezi bölgesinde kontrolü sağlamak için başka bir dış gücün her girişimi ABD’nin hayati çıkarlarına saldırı olarak anlaşılacak ve askeri güç kullanımı dahil her yolla püskürtülecektir.”

Tek başına Malatya’ya kurulan füze radar sistemi bile bu politikanın değişmediğinin habercisi.

Hem nasıl değişsin ki, dediğim gibi “Büyük Satranç Tahtası” nda kimin hangi hamleyi yapacağına karar veren “oyun kurucu” değişmedi:

Brzezinski!

OBAMA’NIN YENİ WİLSONCU DEMAGOJİSİ

Bakın 24Temmuz 2008’de Eric Walberg Al-Ahram için yaptığı analizde Obama’nın ’renkli’mesai arkadaşları, hakkında hangi bilgileri verdi:

“En berbat olanı, Brzezinski’nin sulbünden dört kişinin Obama’nın vagonunda bulunmasıdır:

Mark (2004 yılında Ukrayna’da yaşanan renkli devrimin tetiğini çeken başlıca şahsiyetlerden biridir); Ian (Avrupa ve NATO’dan Sorumlu Bakan Yardımcısı); Mika, Michele Obama ile yaptığı söyleşi, medyaya Obamamia katkısı yapmıştı; son olarak sürgündeki Çeçen Devleti’nin ABD temsilcisi İlyas Ahmedov’un arkadaşı Matthew. (...) Zbig’in (Brzezinski) saygınlık markası bölünme, ABD’ye mûti her bir etnik azınlık için zayıf devletçiklerin yaratılmasından geçiyorsa da, Yeni-Wilsoncu demagoji barışa değil ABD’nin dünya hâkimiyetine, Rusya’nın kuşatılmasına ve Arap Dünyasının denetimine hizmet etmektedir.

Obama kampanyasının mesihvâri idealizmi yeni bir Brzezinski buluşu değildir. Jimmy Carter tarafından felâketle sonuçlanan ulusal güvenlik danışmanlığına atanmasına kadar geriye gider. Sovyet komünizmine karşı en güçlü istihkam mevki olarak pazarladığı İslamcı köktenciliğin yükselişini teşvik etmeye onu yönelten, Brzezinski’nin 1976’lara uzanan Rus karşıtlığı saplantısıdır.”

Hal böyle olunca, Tahran Konferansı’nda -sonradan Hanry Truman’ın itiraf edeceği gibi- hedefi Churchill ile Stalin’in birbirini mümkün olduğunca yıpratmasını ve kendisinin tek güç olarak kalmasını sağlamak olan ABD, şimdi bu taktiği tabana yayıp, bölgedeki ülkelerin “birbirini mümkün olduğunca yıpratmasını” ve doğacak boşluktan yine “tek güç” olarak çıkmayı planlıyor olamaz mı?

...

BİR GERİLİM KLASİĞİ FREDDY’NİN KABUSU

ABD’nin Orta Doğu’da “kriz yayı” nı gerdiğinin son dönemdeki en net göstergesi, “Şii Hilali” söylemi. Türkiye’yi ve Musul ve Kerkük havuçlarıyla büyüterek parçalamayı denedikleri gibi, İran’ı “şişirerek patlatacak” gazı pompalıyorlar şimdi.

Binlerce yıllık “devlet” geleneğine sahip İran yemiyor tabii. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad hemen her fırsatta tekrarlıyor:

“İslam tektir, Sünni-Şii ayrımı yoktur, Müslüman ülkeler başta Filistin meselesi olmak üzere her konuya aynı pencereden bakmalıdır.”

Keza Ayetullah Hamaney, Ali Rafsancani gibi eski ve yeni birçok İranlı lider “Şii hilali” söyleminin “İslam ümmetini bölmek ve dostluğu yok etmek için oluşturulmuş bir Batı yalanı” olduğu uyarısında bulunuyorlar.

Yine de 2004 yılında Ürdün Kralı Abdullah’ın “Arap ülkelerinin bir Şii hilali tarafından kuşatıldığı” nı ortaya atmasıyla başlayan “tehdit algısı” dalga dalga yayılıyor, Irak gibi stratejik bir ülkenin yüzde 65’inin, Bahreyn’in yüzde 70’inin, Lübnan, Kuveyt, BOP’un son durağı Yemen gibi ülkelerin yüzde 30-35’lerinin Şii olduğu bu coğrafyaya. Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman ve Yemen gibi bugüne kadar Şiileri yok saymış, ancak önemli petrol rezervleri Şii bölgelerinde bulunan ülkeler için, mesela bu unsurların “yabancı yatırımcılara karşı güç birliği” oluşturma ihtimali kabus gibi. Aynı şekilde İran’ın dünyada tüketilen petrolün yüzde 20’sinin ihraç yolu olan Hürmüz Boğazı’nı kapatma ihtimali...

Günlerdir anlatmaya çalıştığımız hikayenin özeti, bu İran gerçeği ile mücadele edemeyeceğinin farkında olan ABD, “Şii” ler üzerinden yazdığı “korku senaryosu”nu filme çekmeye çalışıyor şimdi. Ve Türkiye’ye düşen de -kim bilir belki de İran’ın yalnızlaştırılmasını amaçlayan Suriye/İsrail gizli görüşmelerinden bir “biat anlaşması” çıkaramamanın bedeli olarak- bu filmin Freddy’si olmak!

ALİ BULAÇ’IN AYAR VERME ÇABASI

İranlı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi’nin Tayyip Erdoğan’ın Mısır gezisini “İran’ı model almalarını engellemek için” diye yorumladığı şu günlerde, Ali Bulaç’ın “Arap Baharı” turunun hemen arkasından yazdığı şu satırlar daha bir anlam kazandı:

“Bu geziyi ” Türkiye’nin başlayan çağı “ olarak takdim edenler üç önemli noktayı atladılar: İlki Başbakan’ın Gazze’ye gidişine Mısır izin vermedi. Demek istedi ki, ” Türkiye tek başına bu işin patronajlığını üstlenmeye kalkışmasın “. İkincisi Başbakan’ın Tahrir Meydanı’nda konuşma yapmasına karşı çıktılar. Demek istediler ki, ” Orta Doğu’da toplumsal değişimin kendine özgü iç dinamikleri var, Türkiye, eğer kendi rengini vurmak istiyorsa biz bu işte yokuz “. Üçüncüsü ve elbette en dramatik olanı Başbakan’ın Orta Doğu’ya ” Laiklikten korkmayın, anayasalarınızı laiklik zemininde hazırlayın “ şeklinde tavsiyede bulunması ile bunun Müslüman Kardeşler tarafından olabilecek en sert bir biçimde tepkiyle karşılanması. İhvan adına konuşan Mahmut Gazlan, Erdoğan’ın sözlerini büyük bir düş kırıklığıyla karşıladıklarını belirtti: ” Bu bizim içişlerimize karışmaktır. Başka ülkelerin deneyimleri klonlanamaz. “

Belki Başbakan’ın, ” laiklik teması “nın ” jeopolitik bir mesaj “ değeri vardır. Ama henüz nekahet dönemini yaşayan Mısır ve Tunus’un, çatışmaların sürdüğü Libya’da ve patlamaların daha bir süre devam edeceği anlaşılan diğer Arap ülkelerinde bu üstten tavsiyeler Türkiye’ye ilişkin ciddi kuşku ve istifhamların belirmesine yol açmıştır.

(...)

KAPİTALİZMLE BÜTÜNLEŞMEK BÜTÜNLEŞTİRMEK İÇİN...

Bulaç’ın yazısıAKP’de nasıl bir etki yaratmıştır bilinmez... Çünkü AKP’nin, “Batı’nın değerleri” yle yoğrulmuş, yani “kapitalizme uymayan bütün yüklerinden kurtulmuş (yani Protestan) bir İslamiyet” in misyoneri olacağını bakın daha en başında nasıl ilan ediyordu Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlığını da yapan Yasin Akdoğan:

“Batı ve onun kapitalizmi ile bütünleşmek istiyoruz. Böyle bir küresel anlayış, İslam dünyası için de geçerli olmalıdır...”

Nitekim bu sözleri, ABD’li Dış İlişkiler Uzmanı K.R. Bolton’un 16 Şubat 2011’de Information Clearing House’a yaptığı değerlendirmede,

“Tunus, Mısır ve bölgeye yayılmakta olan ayaklanmaların hepsinin NED/SOROS’un ” renkli devrimler “inin damgasını taşıdığı” na dair ifadeleriyle birlikte değerlendirince, Türkiye’deki iktidar ile ABD’nin Orta Doğu’yu dönüştürmek üzere harcadığı Yahudi destekli sermayesinin “aynı bedende can gibi” oldukları sonucu çıkmıyor mu?

Bolton “İran’daki son çalkalanmalarla birlikte, Tunus, Mısır, Yemen, v.b. ülkelerde yaratılmış olan problemlerin esas olarak, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi ile özellikle yıkılması planlanan devletler piyasasından ikisi olan İran’a, sonra Suriye’ye yönelik tasarlanmış bölgesel bir sürecin bir parçası olduğunu varsayıyorum” diyerek bitiriyordu bahse konu analizini...

***

Tekrara gerek yok...

Son tahlilde:

İslam alemini;

Emperyalizmin çıkarlarını bağımsızlığının üzerinde tutanların “Bingazi” deki teslimiyet paçavralarını, Kurtuluş Savaşı’nda Ankara’da yükselen “egemenlik bayrağı” yla eş görecek kadar şuur yoksunu Eş Başkan’lardan... Muaviye’ye öykünen kavimci, mezhepçi kafadan koru Ya Rabbim!..