30 Nisan 2014 - 11:22
1 Mayıııs…1 Mayıııs…İşçinin, Emekçinin “Afyonu”…

Yazımızın başında hemen belirtmek isteriz ki bu yazımızda 1 Mayıs’ın kökeninden bahsetmeyeceğiz. Dileyen bununla ilgili olarak internet ortamında yapacağı ufak çaplı bir araştırma ile bu günün ne zaman ve kimler tarafından kutlanılmaya başlandığını görebilir. Bu arada büyük şeytanın adına da rastlayıp şaşırabilir ve hem de bugünü kutlamanın ne tür kazanımlara(!) yol açtığını anlayabilir. Âmâ bizim konumuz bu değil.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Yazımızın asıl konusu bir nevi afyon haline getirilip, halkların uyuşması için kullanılan ve deşarj ortamı sağlayan 1 Mayıs’ı öne çıkaranların maskeledikleri gerçek yüzleridir. Daha önceden yazdığımız “Küresel Emperyalizm ve Emniyet Sübapları” başlıklı yazımızda değindiğimiz sendikal faaliyetler kapitalist sistemler açısından ne tür bir işlev görmüşse, bu sistem uzantılarının ısrarla kutladıkları bu tür günler de aynı işlevi görmektedir bizim nazarımızda. Zira kendi varlığına karşı oluşabilecek tüm hareketleri mümkün mertebe baskı altında tutmaya veya hedefinden saptırmaya çalışan süfyanilerin, bu tür günlerin kutlanmasına müsade etmeleri başlı başına sorgulanması gereken bir mevzudur.

Bu bağlamda konumuzu işlemeye başlarken yazımızın başlığının muhatabının yukarıdaki paragrafta da belli ettiğimiz gibi, iktidarda bulundukları tüm coğrafyalarda halkları bölüp parçalayarak birbirinden koparan ve bununla da yetinmeyip halkların tüm bu parçalarının hak arama mücadelelerini kendi uşakları vasıtasıyla şekillendiren “süfyaniler” olduğunu vurgulamak istiyoruz. Varoluşları halkları uyuşturmaya ve iktidarı ellerinde tutmaya bağlı olan süfyaniler, kendi açılarından oluşabilecek bütün muhalefeti öngörerek, halkların bu muhalefeti şekillendirmelerine engel olmak için yine kendi elleri ve uşakları ile düzmece muhalefetler teşkil etmiş ve halkların bütün kesimlerini bu tür muhalefetin içine çekmek için çok yoğun uğraşı vermişlerdir. Böylece hem sistemleri hem de varlıkları garanti altına alınmış ve köklerine değil de dallarına yönelik muhalefet onları rahatlatmıştır.

İşçi ve emekçi kardeşlerimize yönelik hizmetlerinin(!) karşılığını, süfyanilerin kendilerine bağışladıkları milletvekili makamı ile alan ve alanları dolduran emekçi kardeşlerimizin yanında havaya bir kaç kez yumruk kaldırıp slogan atarak, biraz da kendilerini etkilemeyecek kadar gaz yiyerek kendilerini meşrulaştıran sendikaların başında bulunan elit tabakanın yönlendirdiği hiçbir hareket süfyanilerden bağımsız değildir ve her daim sonuçsuz kalacaktır. Çünkü bu elit tabakanın (geçmişlerinde işçi bile olsalar bugünlere hazırlandıkları belli olan ve simit satarken bir anda dünyanın en zenginleri arasında yer alacak kadar ticari dehaya(!) sahip süfyanilerle aynı mahfillerin ürünü olan bu elit tabakanın) hedefinde asla ve asla zulmün sistemleşmiş hali yoktur.

Kendilerine verilen görev doğrultusunda işçi ve emekçi kardeşlerimizin öfkelerinin boşaltılmasını ve toplumsal bir patlamanın önlenmesini sağlamak için uğraşan bu mütref takımının görünürdeki sıfatları işçidir. Fakat bu mütref takımının işvereninin kim olduğunu sorgulamak gereklidir. Ezilenlerin haklarını ezenlerin yasalarını kabul ederek arama derdine düşüp, büyük bir potansiyeli bu yasalara uyar hale getiren işçi sınıfının (!) burjuvaları, dillerine doladıkları proleter tabakayı aslında bu halleriyle zalimlere uyan uysal koyunlara çevirmiş, ara sıra tertipledikleri kimi tiyatrolarla ve kullandıkları kimsenin anlamadığı kelimelerle bahsi geçen ezilenlerin haklarını aradıkları izlenimini oluşturmuşlardır. 1800 lü yılların ortalarından beri sendikal faaliyetler olarak sürdürülen bu minvaldeki mücadele, o yıllardan bu yana hiçbir emekçinin hakkını ezenlerden alamamış, aksine her daim ölümle sıtma arasında tercih yaptırmayı başarı saymıştır. Daha önceleri ölesiye çalışan işçiler, artık günün belli saatlerinde kölelik yaparak mutlu olmuş, tüm sermaye halkın hakkı iken gaspçılardan alınan cüz’i ücret artışları ezilenlerin ağzına sürülmüş bir parmak bal tadı vermiştir.

İçinde yaşadığımız topraklarda durum çok daha vahim haldedir. Tüm işçi ve emekçileri güya sahiplenen ve sahiplenmesi beklenen sendikalar, halkın, ezilen diğer kesimleri gibi süfyaniler tarafından ezilen bu sınıfını da kendi aralarında bölmüş, sol(!) sağ(!) ve İslami (!) görünümlü sendikaların çatıları altında toplayarak bir araya gelmelerini engellemiş, parçaladıkları bu potansiyeli zalimlerin önüne atarak eritmeyi ve etkisiz hale getirmeyi amaçlamışlardır. Aynı zulme maruz kaldıkları halde zulmedenlerden çok birbirlerinden nefret eden sendikal hareketlerin kurbanı emekçiler, zalimlerin, diğer sendikalara mensup emekçileri ezmelerini adeta ellerinde çekirdek ekran başında izlemekten ve üstelik zalimleri değil diğer emekçileri suçlamaktan haz alır hale gelmişlerdir. Birbirlerini yalnız bırakmayı sendikal faaliyetlerin ana işlevi olarak algılayan bu emeklerinden önce zihinleri sömürülmüşler güruhu, kendilerine ideolojik yaklaşımları aşılayıp, her türlü ideolojiye (siyonizm hariç) düşman olan zalimlerle kol kola gezen başlarındaki satılmışların, neden süfyani zalimlerle böyle içli dışlı olduklarını sorgulamayı unutmuşlardır.

Dillerinden sağın, solun ve İslamın terimleri eksik olmayan, süfyanilerin emekçileri idare etmek üzere tayin ettikleri ezilenlerin satılmış liderleri(!), hangi ideolojinin rengine bürünmüş olurlarsa olsunlar zalimlerin yasalarına asla saygıda kusur etmemiş ve o yasaların hazırlandığı ve onaylandığı meclislerde görev almaktan büyük onur(!) duymuşlardır. Bu konuda aralarında su sızmayan bu ihanet önderleri, yaşantıları bakımından da güya temsil ettikleri emekçi sınıfının aklının hayalinin dahi alamayacağı imkanlara ve refaha sahip olmakla, süfyanilerin kulu kölesi olan mütref tabakadan olduklarını da belli etmişlerdir. Emekçilerin haklarını savunurken(!) o emekçilerin üç kuruşluk maaşlarından para kesen ve biriken bu muthiş miktardaki paraları kendi çıkarları için harcamaktan çekinmeyen ezilen görünümlü ezen güruhunun kimisi, geceliği bilmem kaç bin dolar olan otelleri evleriymiş gibi kullanmakta, kimileri bilmem kaç onbin liralık maaşları almaktan çekinmemekte, kimileri oğullarını dahi bu tür nimetlerden faydalandırmakta bir beis görmemektedirler. Bu tür bir hayatı yaşayanların, ekmek bulmak için çırpınan ve asgari ücretle evini geçindirmeye çalışan emekçilerin dertleriyle dertlenmesini beklemek çokça safdillik değil midir?

Bu bahsi geçen mütref güruhu, kendilerine her türlü imkanı sunan ve kendilerini emekçilerin gözünde meşrulaştıran zalimlerle el sıkışmaktan ve emekçiler adına onlarla anlaşmaktan geri durmamaktadırlar. Kazanılmış hak olarak neredeyse “nefes almayı” gösterecek kadar hakikati gizleyenler, eğer halk bunlara kanmazsa suni çatışma ortamları yaratarak tekrar biriken öfkeyi süfyaniler açısından zararsız olacak şekilde boşaltmaktadırlar. Her yıl ısıtarak gündeme getirdikleri “1 Mayıs’ı nerede kutlayalım” sorunsalı(!) üzerinden, bahsi geçen gün gelmeden haftalar öncesinden başlayarak türlü tartışmalar yaratmakta, zalimlerle atışarak ortamı gerip asıl sorunların gözlerden ırak olmasını sağlamakta, emekçilerin hakkını aramayı dahi meydan muharebesine peşkeş çekmekte, koskoca emek gücünü bir günlük eyleme kurban edip enerjiyi boşa harcamakta ve emekçiler ellerine hiçbirşey geçmeden ve zalimlerin zulmünün devamı garantiye alındıktan sonra evlerine dönmektedirler.

Oysa böyle büyük bir potansiyele sahip halk yığınları gerçekten kendileri gibi ezilenler tarafından yönlendirilse ve bir bütün olarak mücadele etse, halkın tüm haklarını zalimlerden talep edip bu haklar alınmadıkça meydanları boş bırakmasa, bunu yaparken de zulmün ve nifağın hiçbir rengine kanmasa işte o zaman bu tür günler asıl hedeflerine ulaşacaktır. İşçinin, köylünün, esnafın velhasıl halkın tümünün zulüm altında inim inim inlediği coğrafyalarda birlik ve beraberlik ruhuyla gerçekleştirilecek her meydan okuma ezenlerin saltanatlarını sarsacaktır. Eğer idareciler halkın yaşam standartlarından farklı yaşıyorsa ve halk ya açlıktan kıvranıyor ya da ihtiyaçlarını zar zor karşılıyorken bu idareci sınıfı bu durumu umursamıyor gününü gün ediyorsa işte o coğrafyalarda devrimin zamanı gelmiştir. Bu devrim halkın bir kesiminin değil bütün kesimlerinin birlikte gerçekleştireceği, halkın bir ihtiyacına yönelik değil bütün ihtiyaçlarının teminini sağlamak uğruna ve halkın kültürüne, inancına, örfüne karşı değil, tüm bu sayılan unsurların ihyasına yönelik bir devrim olursa başarılı olunur. Aksi takdirde zalimler, ezenler, kendilerinin türlü uşakları ile halkları yine birbirlerine düşürmeyi başaracak ve bu gücü yok edeceklerdir.

Bu arada İran İslam İnkılabında 1 Mayıs’ın cumhurbaşkanının katılımı ile kutlanacağını, halkıyla barışık olan İnkılabın halkın bütün kesimlerini kucakladığını da belirtmek isteriz. Bunu sağlayan temel neden, küresel emperyalizme ve istikbara yönelik verilen mücadelenin her aşamasında halkın, liderlerini en ön safta görmeleri ve kendi sıkıntılarından haberdar olup kendileriyle aynı seviyede bir yaşam süren idareciler tarafından yönetilmeleridir. Böylesi ülkelerde ne idareciler halkı uyutmaya çalışırlar ne de halklar devletlerine karşı ciddi anlamda cephe alırlar. Böyle ülkeler gerçek devrimin tarihini yazdıkları için halklarıyla birlikte bir bütün olarak küresel zulme başkaldırmakta ve diğer ülkelerin mazlum halklarına kurtuluş yolunu sunmaktadırlar. Bu ülkelerde 1 Mayıs vb. günler o ülkelerin halklarının haklarını ortaya koymaktan çok, yeryüzünün diğer coğrafyalarında ezilenlerle dayanışma mantığı çerçevesinde kutlanmaktadır. Ne diyelim darısı başımıza…

siyasetmektebi.com

Ekler