Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra küresel güçlerin kanlı oyunlarının sahaları genelde İslam coğrafyası oldu. Bazı dönemlerde Güney Asya (Vietnam ve Kamboçya), bazı dönemlerde de Latin ve Orta Amerika, zaman zaman da Afrika bu uğursuz planlara ve senaryolara ev sahipliği yaptı. Avrupa'da seçilen ülkeler de Müslümanların ağırlıkta olduğu Bosna-Hersek ile Kosova'dan başkaları değildi.
Yıkımın en ağırları
Bu süreçte iki ülke küresel güçlerin doğrudan işgalleriyle adeta çökertildi: Irak ve Afganistan... Bunlara küresel güçlerin dolaylı olarak giriştiği savaşları da hesaba katarsak Suriye'yi ve Yemen'i de ilave edilebiliriz. Afganistan, 1979'da Sovyetler Birliği tarafından işgal edildi, akabinde ülke iç savaşın pençesine düştü ve 2001'de bu kez ABD ülkeyi işgal etti.
Afganistan, iki süper güç tarafından işgal edilen tek ülke konumunda ve bu işgaller 22 yıl arayla gerçekleşti. Afgan halkının 1979'dan bu yana ödediği faturanın bedeli hesaplanamaz türden. Ülkeyi tanımlamak için 'virane' kelimesi yetersiz kalıyor. Milyonlarca Afgan ülkesini terketti. Sadece Pakistan'da 2.5 milyon Afgan yaşıyor. Irak'taki trajedi ise bambaşka ve bugün Ortadoğu'da kurgulanan senaryo ile benzerlik taşıyor.
Batılı güçler, ağır silahlar satarak donattığı Irak'ı yani Saddam'ı entipüften gerekçelerle 1980'de İran'a saldırttı. Savaş 8 yıl sürdü. Her iki ülkeden 500 bin Müslüman savaşın kurbanı oldu. İki ülkenin maddi kaybı ise 1 trilyon doları aştı. Savaşın kazananı da olmadı. Şimdi benzer bir senaryo daha kurgulanıyor. Bu kez taraflardan biri değiştirildi. Irak'ın yerini Suudi Arabistan, Saddam'ın yerini Veliaht Prens Muhammed bin Selman alıyor. Veliaht Prens, savaş için gerekli bütçeyi de buldu. ABD Başkanı Trump'ın onayını alarak başlattığı yolsuzluk operasyonuyla prenslerin 800 milyar dolarlık mal varlığını dondurdu. Bu parayla uzun bir savaşı idame ettirmek mümkün...
Bu plan darmadağın edilmeli
İsrail-ABD patentli bu senaryoyu bozacak 3 ülke var: Rusya, Türkiye ve İran... Rusya, Esad'ın arkasında durarak ABD'yi yanına çekti. Rusya, son dönemde İran ile ittifakını iyice geliştirdi. İran Suriye gibi Rusya'nın kadim müttefiki olmasa da, normal koşullarda en az Suriye kadar ona da sahip çıkması beklenir. Rusya, 1950'li yıllarda Mısır'a da güçlü şekilde sahip çıkmıştı ve bu ülkeyi nükleer imkânlarını da masaya koyarak Fransa, İngiltere ve İsrail üçlüsüne yedirtmemişti. Türkiye'ye gelince Suriye'den aldığımız dersle umarız bu kez batı patentli böyle bir oyuna gelmeyiz. İran ise sabırlı ve uyanık olmalı, Suudi Arabistan ile ağız kavgasına tutuşmamalı.