Ali bin Ebu Talip
(Arapça: علي بن أبي طالب, İngilizce: Ali b. Abi Talib) (Hicretten önce
23, Mekke – Hicrî 40, Kûfe) Şiaların birinci imamı, İslam Peygamberi Hz.
Muhammed bin Abdullah’ın (s.a.a) amcasının oğlu, damadı ve en seçkin
sahabesidir. Vahiy katibi olan İmam Ali (a.s), Ehlisünnet nezdinde
Hulefa-i Raşidin’in (dört büyük halife) dördüncüsüdür. Şia tarihçileri
ve çok sayıda Ehlisünnet âliminin söylediğine göre Kâbe’nin içinde
dünyaya gelmiştir. Doğduğu günden itibaren Resulü Ekrem ona büyük bir
ilgi göstermiş ve beş yaşında iken kendi himayesine almış ve
büyütmüştür. O hiçbir zaman putlara tapmamıştır.
Hz. Muhammed'e
(s.a.a) ilk iman eden kişidir. Ümmetten Allah’a ibadet eden hiç kimse
olmadan yedi yıl önce, O Peygamberle (s.a.a) birlikte Allah’a ibadet
etmekteydi.[1]
Kureyş, Hz. Peygamber'i (s.a.a) öldürmeyi kast
ettiğinde O, düşmanları saptırmak için, canını feda etme pahasına
(hicret gecesi) Peygamber'in yatağına yatmış ve bu yolla Hz. Peygamber
(s.a.a) gizlice hicret etmiştir. Böylece İslamdüşmanlarının planları
boşa çıkmıştır.[2] Peygamberimiz Mekke'den ayrıldıktan kısa bir süre
sonra, Peygamber'e bırakılan emanetleri sahiplerine iletmiş ve müşrikler
hicretini engellemek isteseler de Medine'ye hicret etmştir. Orada
Peygamber'imizin (s.a.a) kızı Hz. Fatıma (s.a) ile evlenmiştir.
Hz.Peygamber
(s.a.a), Medine'de ashabını birbiriyle kardeş yaparken, kendi kardeşlik
akdini Hz. Ali (a.s) ile yapmıştır.[3] Hz. Peygamber (s.a.a) Tebük
savaşına giderken Ali (s.a.)'yi Medine'de kendi yerine halife olarak
bırakmış ve meşhur menzilet hadisini buyurmuştur. Ali b. Ebu Talib, Hz.
Peygamber'in (s.a.a) emri ile katılmadığı Tebuk savaşı hariç Hz.
Peygamber'in (s.a.a) tüm savaşlarına katılmış ve İslam’ın en cesur ve
onur duyulan komutanı olmuştur.
300 kadar ayet[4], O'nun fazileti
hakkında nazil olmuştur.[5]Kur’an-ı Kerimayetleri[6] de O'nun masum
olduğuna, kir ve günahtan temiz olduğuna delalet etmektedir.
On
İki İmam'ın ilki ve Ehlisünnet nezdinde de Hulefa-i Raşidin’dendir
(Raşid Halifeler veya Dört Büyük Halifeden). Şia açısından, Allah’ın
emri ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) açıklaması ile Allah Resulü’den (s.a.a)
sonraki ilk halifedir.
Hz. Peygamberin (s.a.a) nassına aykırı
olarak peygamber dünyadan göçer göçmez, Sakife’de bir grup Ebu Bekir’e
halife unvanı ile biat etmiş, Hz. Ali (a.s) ise 25 yıl sessiz kalmıştır.
İmam Ali (a.s) Ebubekir, Ömer ve Osman’ın hilafetinden sonra
Müslümanların ısrarı ile hükümetin sorumluluğunu üstlenmiştir.[7] Kısa
süren hükümeti döneminde üç ağır iç savaşla karşı karşıya kalmış ve
sonunda Kufe mescidinin mihrabında namaz kıldığı sırada Haricîlerden
biri tarafından şehit edilmiş ve gizlice Necef’te toprağa
verilmiştir.[8]
Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde, onlara
danışmanlık yapmayı onlardan esirgememiştir. Örneğin Peygamber'in
hicretini Müslümanların tarihinin başlangıcı olması için kendisi
önermiştir. O'nun düşmanları kendisini kötüleyen ve karalayan çok sayıda
hadis uydurmuşlardır. Uzun yıllar boyunca Emevilerdöneminde Muaviye’nin
emri ile kendisine tüm minberlerde lanet okumuşlar ve O'nu övenleri
tehdit etmekle kalmamış, hapislere atmış ve öldürmüşlerdir. Hatta Ali
adını çocuklara koymayı bile yasaklamışlardır.[9]
Arap Edebiyatı,
kelam, fıkıh, tefsir gibi İslam ilimlerinin birçoğu O'na ulaşmakta ve
çeşitli fırkalar kendi senet silsilelerini ona ulaştırmaktadırlar. Hz.
Ali (a.s) fiziksel olarak fevkalade güçlü, cesur ve aynı zamanda
sabırlı, alçak gönüllü, bağışlayıcı, iyi geçimli ve heybetli birisiydi.
O, dalkavuklara karşı şiddetle davranır, halk ve hükümetin eşit
haklarını onlara hatırlatırdı.[10] Adaletin icrasında çok katıydı.
Nesep, Künye ve Lakapları
Nesebi
Ali
bin Ebi Talib bin Abdulmuttalib bin Haşim bin Abdumenaf bin Kusay bin
Kilab[11] Haşimi Kureşi, Şialarının birinci imamı[12] ve Ehlisünnete
göre ise Hulefa-i Raşidin’in (dört büyük halife) dördüncüsüdür.
İmam
Ali’nin (a.s) babası olan Ebu Talib, cömert, adaletli ve Arap
kabileleri arasında saygı duyulan bir insandı. Kendisi Hz. Peygamberin
(s.a.a) amcası, hamisi ve Kureyş’in büyük şahsiyetlerinden
birisiydi.[13] Uzun yıllar Hz. Resulullah’e (s.a.a) destek verdikten
sonra[14]imanlı olarak[15] bi’setin onunda vefat etti.[16]
Annesi, Fatıma binti Esed b. Haşim b. Abdumenaf’tır.[17]
Erkek
kardeşleri, Talip, Akil, Cafer’dir. Kız kardeşleri ise, Hint veya Ummü
Hani, Cemane, Riyte veya Ümmü Talip ve Esma’dır.[18]
Künyeleri:
Ebu’l-Hasan,[19] Ebu’l-Hüseyin, Ebu’s-Sibteyn, Ebu’r-Reyhaneteyn, Ebu Turab ve Ebu’l-Eimme (İmamlar)’dır.
Lakapları:
Emirülmuminin
(Müminlerin emiri), Yasubu’d Din ve’l Müslim’in, Mubiru’ş Şirk ve’l
Müşrikin, Katilu’n Nakisin ve’l Kasitin ve’l Marikin, Mevla’l Mumin’in,
Şebih-i Harun (Harun’a benzeyen), Haydar, Murtaza, Nefsu’r Resul
(Peygamberin nefsi), Ehu’r Resul (Peygamberin kardeşi), Zevcu’l Betül,
Seyfullah el-Meslul, Emiru’l Beraret, Katilu’l Fecere, Kasimu’l Cennet
ve’n Nar, Sahibu’l Liva, Seyyidu’l Arap, Keşşafu’l Kureb, Sıddıku’l
Ekber, Zu’l Karneyn, Hadi, Faruk, Dai, Şahit, Babu’l Medine, Vali, Vasi,
Kadı din-i Resulullah, Munciz-i Vade, en-Nebeu’l Azim, Sıratu’l
Müstakim ve’l Enzau’l Batin.[20]
Emirulmuminin Lakabı
Ana Madde:Emirulmuminin Lakabı
Müslümanların
emiri, önderi, komutanı ve lideri manasına gelen Emirelmuminin lakabı,
Şiaların inancına göre İmam Ali'ye (a.s) özgü bir lakaptır. Şiiler
rivayetlere istinaden bu lakabın Hz. Resulü Ekrem'in (s.a.a) döneminde
Hz. Ali (a.s) için kullanıldığına ve bu lakabın sadece ona münhasır olup
başta Hulefa-i Raşidin (diğer üç halife) olmak üzere, başkaları için
kullanılmasının caiz olmadığına ve hatta bu lakabın Şiilerin diğer
imamları için bile kullanılmasının doğru olmadığına inanmaktadırlar.
Doğumu ve Vefatı
Ana Madde: İmam Ali'nin (a.s) Doğumu
İmam
Ali (a.s) hicretten 23 yıl önce, Fil yılının 30. yılı’nda Recep Ayı’nın
13’ünde Cuma günü Mekke’de Kâbe’nin içinde dünyaya geldi.[21]
Hz.
Ali’nin (a.s) Kâbe’de dünyaya gelişini: Seyyid Murtaza, Şeyh Mufid,
Kutbu Ravendi, İbn Şehriaşub gibi Şii âlimleri ve Hâkim Nişaburi, Hafız
Genci Şafii, İbn Cevzi Hanefi, İbn Sabbağ Maliki, Halebi ve Mesudi gibi
Sünni âlimleri tevatür haddinde bilmektedirler.[22]
Hicretin
kırkıncı yılı Ramazan ayının on dokuzunda, Haricîlerden biri tarafından
Kufe mescidinde şafak vakti, başına aldığı kılıç darbesi sonucu aynı
ayın yirmi birinde şehit oldu ve gizlice defnedildi.[23]
Çocukluk Dönemi
Hz.
Ali (a.s) altı yaşında iken Mekke’de kıtlık oldu. Ebu Talip, aile
sahibi idi ve kalabalık bir ailenin kıtlık döneminde geçimini sağlamak
zordu. Bundan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Muhammed’in iki amcası
Abbas ve Hamza bu konuda Ebu Talib’e yardım etmeye karar verdiler. Bu
sebeple Abbas Cafer’i, Hamza Talib’i ve Hz. Muhammed de (s.a.a) Hz.
Ali’yi (a.s) kendi evine götürdü.[24] İmam Ali (a.s) o dönemleri şöyle
yâd etmektedir:
“Çocukluğumda beni yanına alır, bağrına
basar, güzel kokusunu bana koklatırdı. Lokmayı çiğnedikten sonra bana
verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne de yaptığımda bir kötülük
görmüştür.”[25]
Fiziksel Özellikleri
İmam Ali'nin (a.s)
yüz ve fiziksel özellikleri hakkında çeşitli kaynaklarda çok sayıda
sözler söylenmiştir. Hz. Ali (a.s) orta boylu ve dolgun biriydi. İri
siyah gözlere sahipti. Bakışlarında şefkat ve merhamet vardı. Kaşları
uzunca ve bitişikti. Güzel yüzlüydü ve insanların en çekicilerinden
sayılmaktaydı. Buğday tenli idi. Güler yüzlüydü. Boynu beyazlıktan gümüş
gibi paralamaktaydı. Sakalları gür ve güzeldi. Omuzları aslan gibi ve
genişti. Parmakları ince, kol ve bilekleri güçlüydü. O kadar çok
güçlüydü ki birisinin elini tuttuğunda ona egemen olur, karşı taraf
nefes alma gücünü kaybederdi. Göğüsü geniş ve kıllı idi. Kasları çok
büklümlü ve kıvrımlı, bacakları uzun ve ince idi. El ve ayak kasları
ölçülü ve yürüdüğünde öne doğru hafif eğimli idi.[26]
Bazı
kaynaklara göre Hz. Resulü Ekrem (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) "Betin"
lakabını vermiştir ve bu da İmam Ali'nin (a.s) fiziksel açıdan şişman
olarak algılanmasına neden olmuştur. Fakat bazı kaynakların naklettiğine
göre, buradaki "Betin" lakabından "bilimle dolu" (البطین من العلم)
olması kastedilmiştir.[27] Bu tefsiri onaylayan başka karinelerde
bulunmaktadır. Nitekim bazı ziyaretnamelerde İmam Ali (a.s) "Betin"
sıfatıyla övülmüştür.[28]
Fiziksel Gücü
İbn Kuteybe şöyle
diyor: “O, her kimle dövüştüyse onu yere sermiştir.”[29] İbn Ebu’l Hadid
şöyle diyor: “İmamın fiziksel gücü, dillere destan olmuştur. Hayber
kalesinin kapısını yerinden söküp bir kenara atmış, sonra bir kaç kişi
bile onu kaldırıp tekrar yerine koymayı başaramamışlar. Gerçekten büyük
bir put olan Hubel putunu Kâbe’nin üstünden o yere atmıştır. Hilafet
döneminde büyük bir taşı yerinden kaldırmış ve altından su akmıştır,
oysaki ordunun tamamı bunu başaramamıştır.”[30]
Eşleri ve Çocukları
Hz. Fatıma (s.a):İmam Ali’nin (a.s) ilk eşi, Hz. Peygamber Efendimiz'in
(s.a.a) kızı Hz. Fatıma’dır (s.a).[31] Hz. Ali’den (a.s) önce Ebu
Bekir, Ömer İbn Hattap ve Abdurrahman b. Avf gibiler Hz. Peygamberin
(s.a.a) kızıyla evlilik için hazır olduklarını bildirmişler, ancak Hz.
Peygamber (s.a.a) Hz. Zehra’nın (s.a) izdivacı konusunda vahyi
beklediğini buyurmuştur.[32]
Tarihçiler Hz. Ali’nin (a.s) Hz.
Fatıma (s.a) ile evliliğinin tarihi hakkında farklı görüşlere
sahiptirler: Bazıları Hicretin ikinci yılında Zilhicce ayının
başında,[33] bazıları Şevval ayındave bir grup ise Muharrem ayının
21’inde olduğunu söylemiştir.[34] Hz. Ali ve Hz. Zehra’nın
evliliklerinden: Hasan, Hüseyin, Muhsin,[35] Zeyneb-i Kübra ve Ümmü
Gülsüm olmak üzere beş çocuk dünyaya gelmiştir.
Ebu’l As b.
Rebi'nin kızı Ümame: Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadetinden sonra, Ebu’l As
b. Rebi’ b. Abdu’l Uzza b. Abdu’ş Şems’in kızı Ümame ile evlenmiştir.
Ümame’nin annesi, Hz. Peygamber Eefendimiz'in (s.a.a) kızı (yahut
evlatlığı) Zeynep’tir.
Ümmü’l Benin: Hizam b. Darem
Kilabiye’nin kızı Ümmü’l Benin, Hz. Ali’nin (a.s) kendisine nikâhladığı
bir diğer eşidir. Ümmü’l Benin’den olma Hz. Abbas (a.s), Osman, Cafer ve
Abdullah adlı çocuklarının hepsi Kerbela’da şehit olmuşlardır.
Leyla: Ümmü’l Benin’den sonra, Mesud b. Halid Nehşeliye Temimi’nin kızı Leyla ile evlenmiştir.
Esma binti Umeys: Daha sonra Esma binti Umeys Has’ami ile evlenmiştir.
Yahya ve Avn Hz. Ali’nin bu eşinden olma çocuklarıdır.
Ümmü Habip: İmam Ali’nin (a.s) bir diğer eşi de Sahba diye bilinen Rebi’i Teğlibiye’nin kızı Ümmü Habip’tir.
Havlet: Cafer b. Kays b. Müslimet Hanefi yahut başka bir görüşe göre
İyas’ın kızı Havlet, Hz. Ali’nin (a.s) bir diğer eşidir. Hz. Ali’nin
(a.s) Muhammed b. Hanefiye adlı oğlu bu eşindendir.
Ümmü Said
ve Muhayyat: Hz. Ali (a.s) ayrıca Urve b. Mesut Sakafi’nin kızı Ümmü
Said ve Emri’l Kays b. Adiy Kelbi’nin kızı Muhayyat’la da
evlenmiştir.[36]
Genel olarak Şeyh Mufid, Hz. Ali’nin (a.s)
çocuklarından yirmiyedisinin adlarını zikretmekte ve şöyle demektedir:
Şialardan bazıları Hz. Zehra’nın (s.a) Muhsin adında bir başka çocuğunun
daha olduğunu ve bu ismi Peygaber Efendimiz'in (s.a.a) koyduğunu
zikretmişlerdir, ancak Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra çocuk
düşmüştür.[37] Bu hesaba göre İmam Ali’nin (a.s) çocuklarının sayısı
yirmisekizdir:
Hz. Fatıma (s.a) Havlet Ümmü Habib Ümmü'l-Benin Leyla Esma Ümmü Said
1. Hasan 6. Muhammed (Ebu'l-Kasım) 7. Ömer 9. Abbas 13.
Muhammed Askar 15. Yahya 16. Ümmü'l-Hasan
2. Hüseyin 8. Rukayye[38] 10. Cafer 14. Ubeydullah 17. Remle
3. Hz. Zeynep (s.a) 11. Osman
4. Ümmü Gülsüm 12. Abdullah
5. Muhsin
Diğer
eşlerinden olanlar: 18. Nefise, 19. Zeynebi Suğra, 20. Rukayye Suğra,
21. Ümmü Hani, 22. Ümmü’l Kiram, 23. Cemanet. Künyesi Ümmü Cafer’dir,
24. Ümame, 25. Ümmü Seleme, 26. Meymune, 27. Hatice, 28. Fatıma
Şeyh Mufid, sonda adları geçenlerin annelerinin isimlerini belirtmemiş ve onlar hakkında çeşitli annelerden olma demiştir.[39]
[göster]Beni Haşim'in Şecerenamesi
[göster]Hz. Resulü Ekrem'in (s.a.a) Hanedanı
Hz. Peygamberin (s.a.a) Hayatı Döneminde
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Günahların en şiddetlisi, sahibinin önemsemediği günahtır
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 477.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
İki (grup) kişi benim hakkımda helak olur: İfrat eden dost ve bühtan edip iftirada bulunan (münafık)
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 469.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Ayıbın en büyüğü, onun misli sende varken başkasını ayıplamandır
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 353.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
İnsan ecel ve sonunu görürse, arzu ve gururuna düşman kesilir.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 334.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Fakir, Allah'ın elçisidir; ondan esirgeyen, Allah'tan esirgemiştir; ona veren, Allah'a vermiştir.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 304.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Nafileler farzlara zarar verdiğinde, onları terk edin.
—İmam Ali (a.s), Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 279.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
İnsanların geride bıraktıklarına (evlatlarına) iyilik edin ki, sizin de geride bıraktıklarınızı korusunlar.
—İmam Ali (a.s), Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 264.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Dostunu
ihtiyatla sev; çünkü bir gün düşmanın olabilir; düşmanına da teenni ile
(düşünerek) düşman ol; çünkü bir gün dostun olabilir.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 268.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Kıskanç olan, asla zina etmez.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 305.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Ecel, insanı korumaya yeter.
—Nehcü'l Belağa, Hikmetli Sözler: 306.
Hz. Ali'nin Temsili Olarak Kabe'de Dünyaya Gelişi
İlk Müslüman
Ana Madde: İlk Müslüman
Hz.
Ali (a.s) Hz. Muhammed'e (s.a.a) ilk iman eden kişidir. Ümmetten
Allah’a ibadet eden hiç kimse olmadan yedi yıl önce, O Peygamberle
(s.a.a) birlikte Allah’a ibadet etmekteydi.[40] (Ehlisünnet alimlerinin
ileri gelenlerinden) İbn Ebi'l-Hadid şöyle yazmaktadır: Hadis
alimlerinin çoğu Hz. Ali'nin (a.s) Hz. Resulü Ekrem'e (s.a.a) iman ve
yolunu takip eden ilk kişi olduğuna inanmaktadır. İmam Ali'nin (a.s)
kendisi de şöyle buyurmuştur: "En büyük Sıddık benim, Faruk’ul Azam (hak
ve batılı birbirinden ayıran) benim, ben herkesten önce iman getirdim
ve herkesten önce namaz kıldım."[41]
İmam Ali’nin (a.s) İslam’ın
sadrındaki gazve ve seriyyelerde önemli bir rolü olmuştur. Tebük Gazvesi
dışında tüm gazvelerde Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında yer alarak
savaşmıştır.[42] Kendisi Hz. Muhammed’den (s.a.a) sonra ikinci askeri
şahsiyet olarak büyük roller üstlenmiştir.
Bedir Savaşı
Ana Madde: Bedir Savaşı
Bedir
Savaşı, Hicrî 2. yılın Ramazan ayının on yedisi Cuma günü, Kâfirlerle
Müslümanlar arasında, Bedir kuyuları yanında yaşanan ilk savaştır.[43]
Bu savaşta Müslümanlar Ebu Cehil, Utbe, Şebih ve Ümeyye gibi kâfirlerin
önde gelenlerinden olmak üzere Müşriklerden yetmiş kadarını öldürmeyi
başarmıştır.
Arap savaşlarında genel saldırıdan önce “er dileme"
(Mübareze) hadisesi diye bilinen birebir savaş geleneği vardı. Bundan
dolayı Utbe b. Rebi’i Emevi, Velid adlı oğlu ve kardeşi Şebih, Hz.
Peygamberden (s.a.a) kendileriyle savaşması için kendilerine denk
savaşçılar göndermesini istediler. Hz. Muhammed (s.a.a) Hz. Ali (a.s),
Hz. Hamza ve Ubeyde b. Haris’i onlarla savaşması için savaş meydanına
gönderdi. Hz. Ali (a.s) Velid’i, Hz. Hamza ise Utbe’yi yere serdikten
sonra Ubeyde’ye yardım ederek düşmanı Şebih’i de öldürdüler.[44]
Ayrıca bu savaşta Hanzala, As b. Said b. Adiy ve Müşriklerden yirmi kadarı da Hz. İmam Ali (a.s) tarafından öldürülmüştür.[45]
Uhud Savaşı
Ana Madde: Uhud Savaşı
Uhud
Savaşında, İslam ordusunda herkesten önde ve önce, Hz. Ali (a.s), Hz.
Hamza, Ebu Dücane ve diğerleri düşman saflarını zayıflattılar. Hz.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) her taraftan Kureyş ordusu gruplardan
saldırıya uğramaktaydı. Hz. Peygamber Efendimiz'e (s.a.a) hangi grup
saldırıyorduysa Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) emri ile o gruba
saldırıyordu. Bu fedakârlığın karşılığında, Cebrail nazil olarak Hz.
Ali’nin (a.s) özveri ve fedakârlığını Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında
överek şöyle dedi: “Bu, onun gösterdiği fedakârlığın nihayetidir.” Hz.
Resulullah (s.a.a) da Cebrail’i tasdik ederek şöyle buyurdu: “Ben
Ali’denim O da bendendir.” Sonra gökte bir ses şöyle yankılandı: لاسیف
الا ذوالفقار، و لا فتی الا علی ; “Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan
başka kılıç yoktur.”[46]
Hendek (Ahzab) Savaşı
Ana Madde: Hendek Savaşı
Hz.
Peygamber (s.a.a) Hendek Savaşı'nda ashabıyla istişare ettiğinde,
Selmanı Farisi düşmanlar ile aralarında engel oluşturması için
Medineçevresine hendek (hendek: geçmeye engel olacak biçimde,
uzunlamasına kazılmış derin çukur) kazılması önerisinde bulundu.[47]
İki
ordu kaç gün hendeğin iki tarafında karşı karşıya kaldılar ve bazen
birbirlerine taş ve ok atıyorlardı. Sonunda (küffar ordusundan) Amr b.
Abduved birkaç kişiyle birlikte hendeğin en dar yerinden atlamayı
başardılar. Hz. Ali (a.s) Amr ile savaşmak için Hz. Peygamber
Efendimiz'den (s.a.a) istekte bulundu. Hz. Peygamber de onun bu isteğini
kabul etti. Hz. Ali (a.s) Amr ile savaşmaya başladıktan sonra onu yere
sererek öldürdü.[48]
Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu:
ضربة علی یوم الخندق افضل من عبادة الثقلین ; “Ali'nin (a.s) Hendek günü
bir kılıç darbesi, insanların ve cinlerinbütün ibadetlerden daha
üstündür.”[49]
Hayber Savaşı
Ana Madde: Hayber Savaşı
Hayber
Savaşı, hicretin yedisinde Cemaziyülevvel ayında gerçekleşti. Hayber
Yahudilerinin hendek savaşında müşrikleri Müslümanlara karşı tahrik
etmelerinden dolayı, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Yahudilerin
kalelerine saldırı emri verdi.[50] Ebu Bekir ve Ömer gibi çok sayıda
ashap Yahudilerin kalelerini fethedemeyince Peygamber Efendimiz (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah ve Resulü
onu sever, o da Allah ve Resulünü sever.”[51] Sabah olunca Hz. Ali’yi
(a.s) çağırarak sancağı ona verdi.
Hz. Ali (a.s) Zülfikar’ını
eline alarak meydana çıktı. Savaştığı sırada kalkanını kaybedince kale
kapılarından birini yerinden sökerek savaşın sonuna kadar onu kendisine
kalkan olarak kullandı.[52]
Mekke’nin Fethi
Ana Madde: Mekke'nin Fethi
Allah
Resulü (s.a.a) hicretin sekizinci yılında Ramazan ayının başlarında
Mekke’yi fethetmek için Medine’den yola çıktı. Hz. Peygamber (s.a.a)
başlangıçta Sa’d b. Ubade’nin elinde olan sancağı alarak Hz. Ali’ye
(a.s) verdi[53] ve İslam ordusu hareket etmeye başladı. Mekke’nin
fethinden sonra Peygamber Efendimiz tüm putların kırılması için emir
verdi. Hz. Ali Hz. Peygamberin emri ile Peygamber Efendimiz'in omzuna
çıkarak Hazai gibi Kâbe’nin üzerindeki sağlam ve dayanıklı putları
kırarak yere attı.[54]
Huneyn Savaşı
Ana Madde: Huneyn Savaşı
Huneyn
savaşı, hicret'in sekizinci yılında meydana geldi. Havazin ve Sakif
kabilesinin önde gelenleri Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke’nin fethiyle
birlikte sıranın onlara geleceği korkusuna kapılarak kendilerinin daha
önce Müslümanlara saldırmalarının uygun olacağını düşündüler.[55] Hz.
Ali (a.s) bu savaşta Muhacirlerin sancaktarı idi. Bu savaşta düşman
birliklerinden yaklaşık kırk kişisiyi öldürdü.[56]
Tebük Savaşı
Ana Madde: Tebük Savaşı
Hz.
Ali’nin (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında yer almayıp ve
katılmadığı tek savaş, Tebük savaşıdır. Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber
Efendimiz'in (s.a.a) emri ile gıyabında münafıkların komplolarına karşı
şehri korumak için Medine’de kalmıştır.
Hz. Ali’nin (a.s)
Medine’de kalmasıyla münafıklar söylenti ve dedikodu çıkardılar. Bunun
üzerine Hz. Ali (a.s) münafıkların söylentilerini boşa çıkarmak ve
fitneyi önlemek için silahını kuşanarak hızla şehrin dışında Peygamberin
huzuruna giderek çıkarılan dedikoduyu haber verdi.
İşte burada
Hz. Resulullah (s.a.a) “Menzilet Hadisini” buyurdu: “Kardeşim Ali,
Medine’ye geri dön, zira ben ve senin dışında kimse orayı idare etmek
için yeterli değildir. Oysa sen, Ehlibeytim, evim ve kavmim içinde benim
temsilcim ve ardılımsın. ‘Ey Ali! Senin bana olan menzilet ve konumun
Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir ancak benden sonra peygamber
olmayacaktır.’ Bundan hoşnut değil misin?”[57]
İmamet Delilleri
İmam
Ali b. Ebu Talib’in (a.s) Hz. Resulü Ekrem’den (s.a.a) sonra imamlığına
ve halifeliğine delalet eden çok sayıda ayet ve hadis bulunmaktadır.
Onlardan bazıları şunlardan ibarettir:
İtaat Ayeti
یا أَیهَا الَّذِینَ آمَنُوا أَطِیعُوا اللَّـهَ وَأَطِیعُوا الرَّ سُولَ وَأُولِی الْأَمْرِ مِنکمْ
Tercüme: Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ululemre (emir sahiplerine) de itaat edin.(4–59)
Bu
ayet Şia âlimlerinin ittifakı ile İmam Ali (a.s) ve İmamlar (a.s)
hakkında nazil olmuş ve onlara itaat etmenin farz olduğuna delildir.[58]
Velayet Ayeti
إِنَّمَا وَلِیکمُ اللَّـهُ وَرَ سُولُهُ وَالَّذِینَ آمَنُوا الَّذِینَ
یقِیمُونَ الصَّلَاةَ وَیؤْتُونَ الزَّکاةَ وَهُمْ رَ اکعُونَ
Tercüme: Şüphesiz sizin ‘veliyi emriniz’ ancak Allah'tır, Resulüdür ve
Allah'a iman ederek namazı kılan ve rükû halindeyken zekât
verenlerdir.)(5–55)
Bu ayet, İmam Ali ve diğer İmamların (a.s)
velayetini ispat etmektedir. Müfessirler bu velayet ayetinin nüzul
sebebinin İmam Ali (a.s) hakkında ve rükû halindeyken yüzüğünü fakir
birisine vermesiyle ilgili olduğunu beyan etmişlerdir.[59]
Menzilet
Hadisi: Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurmuştur: انت
منی بمنزلة هارون من موسی الا انه لا نبی بعدی ; (Tercüme: Ey Ali! Senin
bana olan menzilet ve konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir;
ancak benden sonra peygamber olmayacaktır.)[60]
İnzar Günü
Hadisi: Allah Resulü (s.a.a) risalet ve peygamberliğini kavmine
tanıttığında yalnızca Hz. Ali (a.s) Peygamberin davetine icabet
etmiştir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
انت اخی و وزیری و وارثی و خلیفتی من بعدی ; (Tercüme: Sen benim kardeşim,
vezirim ve benden sonra varisim ve halifemsin.)[61]
Dosya:Gadir-i Hum
Gadir Hadisesi
Hz.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) hicretin onuncu yılı hac farizasını yerine
getirmek ve hac merasimini insanlara öğretmek için Mekke’ye gitti. Hac
merasimi sona erince Hz. Peygamberi (s.a.a) uğurlamaya gelen büyük bir
kalabalıkla birlikte Medine’ye doğru gitti. Zilhicce ayının on sekizinde
kafileler Cuhfe yakınlarındaki Gadir-i Humdenilen yere ulaştığında Hz.
Peygamber'e (s.a.a) Hz. Ali b. Ebu Talib’in (a.s) velayet ahdini
insanlara bildirmesi için vahiy indi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz
(s.a.a) geridekilerin yetişmesi için önde olanların durmasını emretti.
Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.a) ilahî emri beyan etti: (Tebliğ Ayeti)[62]
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن
لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ
النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Tercüme: Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş
olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler
topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.) (5–67)
Bu ayet indikten
sonra Hz. Peygamber (s.a.a) insanlara şöyle buyurdu: الست اولی بالمؤمنین
من انفسهم؟ قالوا بلی، قال: من کنت مولاه فهذا علی مولاه، اللهم وال من
والاه و عاد من عاداه و انصر من نصره و اخذل من خذله (“Ben müminlere kendi
nefislerinden daha evla değil miyim?” Dediler ki: “Evet”, buyurdu ki:
“Ben kimin Mevlası ve önderi isem Ali de onun Mevlası ve önderidir.
Allah'ım! O'nu seveni sev, O'na düşmanlık edene düşmanlık et. O'na
yardım edene yardım et, O'nu yalnız bırakanı yalnız bırak.)[63]
Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vefatı ve Sakife
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Sıddıklar üç kişidir: Firavun ailesinden mümin Hazkil, Al-i Yasin’in sahibi Habib-i Neccar ve Ali b. Ebi Talib (a.s)”
—Bihar, 92/295/6.
Ana Madde: İslam Peygamberi (s.a.a) ve Sakife
Hz.
Peygamber'in (s.a.a) ömrünün son nefeslerinde, Hz. Ali (a.s)
Resulullah’ın yanına geldi. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yle (a.s) uzun
sırlar paylaştı. Daha sonra Peygamber'in hastalığı şiddetlendi ve Hz.
Ali’ye (a.s) şöyle buyurdu: “Başımı kucağına koy, çünkü ilahî emir
yetişti. Her ne vakit ruhum bedenimden çıkarsa onu al ve yüzüne çek ve
sonra beni kıbleye döndür ve teçhiz et. Sonra halktan önce bana namaz
kıl ve naaşımı toprağa defnetmeden önce benden ayrılma ve Allah’tan
yardım dile.”[64]
Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) vefatından
sonra, Hz. Ali ve Haşim Oğulları Peygamber'in teçhiz ve defin işlemleri
ile meşgul oldukları sırada Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Abdurrahman b.
Avf, Sa’d b. Ubade, Sabit b. Kays, Osman b. Affangibi Muhacir ve
Ensar’dan bazıları yola koyularak Beni Saide’nin Sakife’sinde
toplandılar. Burada hükümetin geleceğini konuşmaya başladılar.
Aralarında tartışmalar yaşandı. Sonunda Gadir hadisesi dikkate alınmadan
Ebu Bekir’i Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra halife unvanı ile
tanıttılar.[65]
== Üç Halife Dönemi ==Üç halifenin her birinin
halifelik döneminde, Ehlibeyt (a.s) için acı olaylar yaşandı. Örneğin
Hz. Ali’nin (a.s) evine saldırı düzenlenmesi ve Ebu Bekir için biat
alınması,[66] Fedek’in gasp ve tasarruf[67] edilmesi ve Hz. Fatıma’nın
(s.a) şehadeti gibi.
Yirmi beş yıl süren bu dönemde, İmam Ali
(a.s) İslam toplumunun önemli işlerinden geri durmadı, bilakis bilimsel
ve sosyal konularda çok çalışmalar yaptı. Örneğin; Kur’an’ı bir araya
topladı, dini konular, fetihler ve ülke yöneticiliğinde üç halifeye
danışmanlık yaptı. Fakir ve yetimlere infakta bulundu, bine yakın köle
satın alarak azat etti; çiftçilik, fidancılık, sondaj ve kanal açma
çalışmaları yaptı. Medine’de Fetih camisini yaptı ve ayrıca Hz.
Hamza’nın kabrinin yanında bir cami, Mikat’ta bir cami, Kufe’de bir
cami, Basra’da bir cami yaptı. Yıllık kazancının kırk bin dinarı bulduğu
söylenen emlaklarının vakfı,[68] gibi bu dönemde çok önemli çalışmalar
yaptı.
Zorla Biat
Hz. İmam Ali’nin (a.s) biat etmeye
yanaşmaması ve Ebu Bekir’in hilafetine muhalefet eden bir grup sahabenin
varlığı Ebu Bekir ve Ömer için ciddi risk ve tehlikeye dönüşmüştü.
Bundan dolayı Ebu Bekir ve Ömer bu tehlikeye son verme kararı aldılar.
Bunu Hz. Ali b. Ebu Talib’den (a.s) Ebu Bekir’e zorla biat alarak
sonlandırmak istediler.[69]
Ebu Bekir, Kunfuz’u biat alması için
Hz. İmam Ali’nin (a.s) evine kaç kere gönderdiyse de İmam Ali (a.s)
kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer, Ebu Bekir’e ‘kendin kalk ve Ali b. Ebu
Talib’e gidelim’, dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer, Osman, Halit İbn
Velid, Muğayre b. Şu’be, Ebu Ubeyde Cerrah ve Kunfuz Hz. Ali’nin (a.s)
evine gittiler.
Bu grup evin kapısına varınca Hz. Zehra’ya (s.a)
hakaret ettikten sonra evin kapısını o, kapı ve duvar arasında olduğu
sırada ona çarptılar, kırbaç ile vurdular;[70] İmam Ali’ye de saldırarak
elbisesini boynuna dolayarak onu sürükleyerek evden Sakife’ye kadar
götürdüler.
İmam Ali’yi (a.s) Sakife'ye doğru götürdükten sonra
ondan Ebu Bekir’e biat etmesini istediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Ben, hilafete sizden daha layığım ve size biat etmeyeceğim. Sizin bana
biat etmeniz daha uygundur. Çünkü sizler Peygambere (s.a.a) yakın
olduğunuz iddiasıyla hilafeti Ensar’dan aldınız ve şimdi onu bizden gasp
ediyorsunuz…”[71]
Kur’an-ı Kerim’in Toplanması
Ana Madde: Kur'an ve İmam Ali'nin (a.s) Mushafı
Şia
ve Sünni âlimleri, İmam Ali’nin (a.s) Peygamberin (s.a.a) vasiyet ve
tavsiyesi üzerine Hz.Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra Kur’an’ın
yazılmasının başlatıcısı olduğunu kaydetmiştir.[72] Nitekim nakledilen
bir rivayete göre Hz. Ali (a.s) Kur’an’ı toplamadan ridasını omzuna
atmayacağına dair yemin etmiştir.[73] Ayrıca şöyle rivayet edilmiştir:
“Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından altı ay sonra Kur’an’ı
bir araya getirerek topladı.”[74]
Rumlarla Savaş
Hz.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) vefat ettikten ve Ebu Bekir, işlerin
kontrolünü eline geçirdikten sonra, Peygamberin (s.a.a) Rumlarla savaş
emrini icra etme konusunda tereddüt etmekteydi. Bundan dolayı bir grup
sahabe ile bu konuyu istişare etti. Her birisi bir şeyler söyledi, ama
onu ikna edemediler. Sonunda İmam Ali (a.s) ile meşveret etti. İmam Ali
(a.s) Peygamberin emri konusunda onu teşvik ederek şöyle söyledi: “Eğer
savaşırsan zafer kazanacaksın.” Ebu Bekir, İmam Ali’nin (a.s) teşviki
ile sevinerek şöyle dedi: İyi bir öngörüde bulundun ve hayrı
müjdeledin.[75]
İslam Tarihinin Başlangıcı İmam Ali’nin (a.s)
önerisi ile Ömer, Hz. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) Mekke’den Medine’ye
hicretini İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul etti.[76]
Hükümet Dönemi
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Ben
Resulullah’ın yar ve yardımcısıyım. Herkesten önce Müslüman olan,
putları kıran, kafirler ile cihad eden ve din düşmanlarını ortadan
kaldıran kişiyim.”
—Gurer’ul Hikem, 3761.
Osman öldürüldükten
sonra bir grup ashap İmam Ali’nin (a.s) yanına gelerek şöyle dediler:
Bizler hilafete senden daha layık kimseyi tanımıyoruz. İmam Ali (a.s)
şöyle buyurdu: “Benim size vezir olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır.”
Onlar dediler ki: Sana biat etmek dışında bir şeyi kabul etmeyiz. Bunun
üzerine İmam (a.s) onlara biatin gizlice olmayacağını, cami de olması
gerektiğini söyledi.[77]
Birkaç kişi dışında Ensar'ın tümü Hz.
Ali’ye biat ettiler. Muhalefet edenler şunlardı: Hassan b. Sabit, Ka’b
b. Malik, Meslemet b. Muhalled, Muhammed b. Musallim ve Osmaniye diye
bilinen birkaç kaç kişi. Ensar’dan olmayanlar şunlardır: Abdullah b.
Ömer, Zeyd b. Sabit ve Usame b. Zeyd. Bunlar da Osman’a yakın
insanlardı.[78]
İmam Ali’nin (a.s) halkın biatine neden
yanaşmadığı sorusuna gelince, İmam Ali (a.s) eğer halife olursa Kur'an
ve sahih sünnete göre amel edeceğini ve mevcut toplumun İslam'ın usul ve
kaidelerine muhalefet edeceğini düşündüğünden halkın biat teklifine
yanaşmadı.[79]
Halk ve Hâkimin Karşılıklı Hakları
İmam Ali
(a.s) açısından yöneticinin halk üzerindeki hakkı ve halkın yönetici
üzerindeki hakkı Allah’ın karar kıldığı en büyük haktır ve tam olarak
iki yönlüdür. Nitekim şöyle buyurmuştur:
“Başkasının üzerinde
hakkı olanın, başkasının da onun üzerinde hakkı vardır. Başkasının kendi
üzerinde hakkı olanın da, başkası üzerinde hakkı vardır. Herkes
üzerinde hakkı olan, ama başkalarının onun üzerinde hakkı olmayan
kullarından kimse yoktur, yalnızca Allah Teâlâ’dır.”[80]
İmam Ali (a.s) açısından halk ve yöneticiler arasındaki karşılıklı haklara riayet etmenin birçok faydası vardır:
“Halk
emredenin hakkını ve emreden de halkın hakkını eda ederse aralarında
hak üstün olur, dinin esasları sağlamlaşır, adaletin göstergeleri
doğrulur, Peygamberin (s.a.a) sünnetleri kendi yoluna girer ve halk
arasında uygulanmaya başlar.”[81]
Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Halk,
emirine karşı koyduğu, emir de halkına zulmettiği zaman aralarında
ihtilaf çıkar, İnsanların dert ve hastalıkları çoğalır. Yürürlükten
kaldırdıkları en büyük haktan ve uygulamaya koydukları en büyük batıldan
korkmazlar. O zaman iyiler zillete düşer, kötüler izzet sahibi olur.
Allah’ın kullarına yönelttiği azaplar çoğalır ve büyür.”[82]
İmam
Ali (a.s) insanların şahsiyet ve hukukuna oldukça değer vermekteydi ve
bu konu devlet memurlarına gönderilen genelgelerde tam olarak netlik
kazanmaktadır. Vergi ve haraç toplamakla görevli memurlar için yazılan
genelgede şöyle geçmektedir:
“O halde halka adaletli ve insaflı
davranın, kendiniz hakkında halka hak veriniz ve çok tahammüllü olunuz.
Halkın ihtiyaçlarını karşılamada sabırlı ve istikametli olunuz. Çünkü
siz halkın hazine memurları, milletin vekilleri ve hükümetin
elçilerisiniz.”[83]
Aynı şekilde zekât memurlarına tavsiye içerikli mektubunda şöyle buyurmaktadır:
“İnsanların
senden hoşlanmayacağı şekilde onlara davranma. Onun malından Allah'ın
hakkı dışında fazla bir şey alma… Sonra onlara de ki: “Ey Allah’ın
kulları! Allah’ın velisi ve halifesi, mallarınızdaki Allah’ın hakkını
almam için beni gönderdi. Mallarınızda Allah'ın velisine vereceğiniz
Allah'ın hakkı var mıdır?” Birisi yok derse, ona müracaat etme; birisi
evet var derse, onu tehdit edip, korkutmadan onunla beraber git…”[84]
İmam Ali (a.s) Malik Eşter’i Mısır valiliğine atadığında, atama kararında şöyle buyurmuştu:
“Halkına
merhametle muamele etmeyi kalbine şiar, onları sevip, lütfetmeyi
kendine huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir
canavar gibi olma. Çünkü onlar iki sınıftır: Bir kısmı, dinde
kardeşindir, bir kısmı ise yaratılışta senin eşindir…”[85]
Adalet
İmam
Ali (a.s) hilafetinin ilk günlerinde halifelerin yanlış uygulamaları
(mesala beytülmalı insanların, İslam’ın ilk günlerindeki savaşlardaki
öncelikleri veya imanlarının sabıkası vb. şeylere göre bölünmesi)
karşısında durarak şöyle buyurmuştur: “Onların bölüşümünde eşit davranın
ve hiç kimseyi hiç kimseye tercih etmeyin… Ben Kur’an’ı mütalaa ettim,
ancak başından sonuna kadar İsmail’in (a.s) oğullarının –yani Mekke
Araplarının- İshak’ın oğullarından üstün ve faziletli olduğuna dair bir
şey bulamadım.”[86] Kendisi Ammar b. Yasir ve Ebu’l Haysem b. Teyhan’ı
Beytülmal sorumlusu yapmıştı ve onlara yazılı olarak şöyle emretmişti:
“Arap, acem ve her ne soy ve kökenden olursa olsun herkesin
beytülmaldaki payı eşittir.”[87]
Ayrıca İmam Ali (a.s) halife
olduktan sonra Osman’ın birilerine verdiği toprak ve arsaları Allah’ın
malı olarak açıklamış ve onların beytülmala geri verilmesi emrini
vermiştir.[88]
Beytülmal Hakkında Dost ve Akrabalarına Karşı Davranışı
Hz.
Ali (a.s) beytülmal konusunda çok sıkı idi. Nitekim kızı inci bir
kolyeyi beytülmaldan emanet olarak aldığında, hem kızını ve hem de Ali
b. Ebu Rafi’yi şiddetle sorgulamıştır.[89]
Başka bir olayda da
İmam Ali (a.s) yaranlarından birisinin özel bir mal isteğine karşı şöyle
buyurmuştur: “Bu mal ne benimdir ve ne de senin, bilakis kılıçla elde
edilen Müslümanlar için bir ganimettir. Eğer sen savaşta onlarla
ortaktıysan, onların payı kadar senin de ondan bir payın vardır, yoksa
onların elleri ile topladıklarının başkalarının boğazından geçmesi doğru
değildir.”[90]
Din ve Yasaların İcrasındaki Hassasiyeti
Hz.
Ali Efendimiz (a.s) din işlerinde toleranssız ve kurallı biri idi. Bu
durum, onu bazıları için tahammül edilmez kılmıştı. Aşağıdaki iki olay
bunu ifade etmektedir:
Bir gün Kamber’e adamın birine had
uygulamasını emretti. Kamber duygularının etkisi altında kalarak üç
kırbaç fazladan vurdu. Hz. Ali (a.s) bu üç kırbacın karşılığında o adamı
Kamber’e kırbaç vurması için zorladı.[91]
Basra eşrafından
birisi bir gece Osman b. Huneyf’i (Basra valisi) ağırlayarak onun için
bir meclis düzenledi. Bu ziyafetin haberi Hz. Ali’ye (a.s) ulaşınca,
hazret hemen Osman b. Huneyf’e şöyle bir mektup yazdı: Ey Huneyf’in
oğlu! Basra eşrafından birinin seni ziyafete çağırdığını, oraya koşarak
gittiğini, çeşit çeşit yemeklerin ve büyükçe kâselerin sana sunulduğunu
öğrendim… Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla
aydınlandığı bir imamı vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında
eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeğiyle yetinmektedir…”[92]
Dalkavukları ve Yalakaları Kınaması
İmam
Ali (a.s) insanların övgü ve iltifatlarından bıkmıştı. Müslümanları bu
tutumlarından şiddetle nehyetmekteydi. Aşağıdaki öyküler bunun açık
kanıtıdır:
İmam Ali (a.s) Sıffin savaşından dönünce, Kufe’de
Harp b. Şerhebil Şayani – kendisi yaya idi- İmamla – atlı idi- birlikte
hareket ediyordu. İmam (a.s) durarak Harb’a: “Geri dön” dedi. Harp geri
dönmekten imtina etti. Hz. Ali (a.s) yeniden ona “Geri dön, senin gibi
yaya birisinin benim gibi birisiyle hareket etmesi, vali ve yönetici
için fitne, mümin için zillet ve düşüklüktür.” Dedi.[93]
Bir gün
ashaptan birisi İmam Ali’yi (a.s) övünce, İmam şiddetle onu bundan
sakındırarak şöyle buyurdu: “Bilin ki Emir sahiplerinin salihlerin
yanında en aşağı sayılan durumları, onların böbürlendiği ve işlerinin
daha iyi bir şekilde yoluna koyulacağının sanılmasıdır. Ben hatta
zihinlerinizden benim övülme ve methedilmeyi sevdiğimin ve bu tür övgü
ve metihleri duymaktan hoşlandığımın geçmesinden bile rahatsızım… Zalim
ve gaddarla konuştuğunuz gibi benimle konuşmayın, methedici ve övgü dolu
tantanalı sözleri söylemeyin bana…”[94]
İmam Ali’nin (a.s)
ordusu Şam’a sefer ederken, geçtiği Enbar şehrinin büyüklerinin, saygı
ifadesi olarak, İmam (a.s) yaklaşınca atlarından inip önünde
koştuklarında; “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Onlar; “Bu bizim
geleneğimizdir; emirlerimize böyle saygı gösteririz.” dediler. İmam
(a.s) şöyle buyurdu: “Vallahi emirleriniz bundan faydalanmamaktalar.
Sizler böyle yapmakla dünyada kendinize zahmet veriyorsunuz; ahirette de
bu işinizden dolayı ilahî azaba ve ebedi cezaya
çarptırılacaksınız.”[95]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Düşmanlıkta aşırı giden günah işler, ondan geri kalan zulme uğrar, (delilsiz) çekişen ve düşmanlık eden ise takvalı olamaz.”
“Allah'ın
mükafatını elde etmek için, zenginin fakire gösterdiği tevazu ne kadar
da güzeldir. Bundan daha güzeli ise, fakirlerin Allah'a dayanarak
zenginlere karşı alçalmamalarıdır.”
“
”
—Nur’us Sakaleyn, 2/139/37 ve Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 406.
Askeri Yapı
İmam
Ali (a.s) orduyu, halkın sağlam sığınakları, yöneticilerin haysiyeti,
dinin görkemi ve ülkenin emniyeti olarak görmekte, başarısını ise ülke
ekonomisinin durumuna ve halkın vergilerine, devlet memurlarına,
tüccarlara ve sanatkârlara bağlamaktadır. Onların varlığı ve güçleri
ülkenin korunması için devletin genel yapısına bağlıdır.[96] Askerlerin
seçimi hakkında şöyle buyurmaktadır: askerler şahsiyetli kişilerden,
asil ailelerden ve tecrübelilerden seçilmelidir. Onlarla toplum lideri
arasında sıkı ilişkiler olmalı ve mali olarak temin edilmelidirler.[97]
İmam Ali (a.s) açısından halk, devletin en asli yedek savunma gücünü
oluşturmaktadır. Eğer onlara destek verilmezse, devletin resmi askeri
gücünün uzun soluklu bir savaşta dağılması ve devletin yıkılmasının peşi
sıra gelmesi mümkündür. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “Toplumun eşraf
grubu, her zaman hükümete ağır yükümlülükler yüklemektedir, zira zor
günlerde yardımları az, adaletin icrası konusunda herkesten daha
rahatsız ve sorunlar karşısında daha az istikamet sahibidirler. Hâlbuki
dinin sağlam sütunlarını, hareketli İslam toplumunu ve yedek savunma
gücünü, genel halk kitlesi oluşturmaktadır.”[98]
Valiler
İmam
Ali (a.s) hükümeti boyunca, şehirlere valiler atamış veya yerlerini
değiştirmiştir. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir: Muhammed b. Ebu
Huzeyfe, Mısır valisi, Kays b. Sa’d b. Ubade, önce Mısır sonra
Azerbaycan valisi, Muhammed b. Ebu Bekir, Mısır valisi, Malik Eşter
Nahei, önce Nusaybin ve Sencar ve ardından Mısır valisi oldu. Abdullah
b. Abbas Cemel savaşından sonra Basra valisi, Ebu Eyüp el-Ensari Medine
valisi, Ebu Musa Eş’eri, Osman tarafından Kufe valisi olarak atanmış
daha sonra Malik Eşter’in önerisi ile İmam Ali (a.s) onu bir müddet
görevde tutmuş, ama bir süre sonra hatalarından dolayı azletmiştir.
Huriyet b. Raşit Ahvaz valisi, Huzeyfe b. Yeman Osman tarafından Medain
valisi olarak atanmış ve İmam Ali (a.s) de onu azletmemiştir. Kumeyl ibn
Ziyad Heyt valisi, Muhannef b. Süleym İsfahan, Rey ve Hamedan valisi,
Süleyman b. Sured Cubbel valisi. İmam Ali’nin (a.s) atadığı bazı valiler
İmam Ali’nin (a.s) düşmanları tarafından öldürüldü. Örneğin: Malik
Eşter, Muhammed b. Ebu Bekir, Abdullah b. Habbab Ert, Muhammed b. Ebu
Huzeyfe, Ebu Hassan b. Hassan Bekri ve Halu b. Afv. Bazıları ise İmam’ın
(a.s) zamanında ileri yaşlarından ötürü dünyadan göçmüşlerdir. Örneğin:
Sehl b. Huneyf, Ebu Kutade ve Huzeyfe b. Yeman. Bir grup ise İmam
Ali’nin (a.s) şehadetine kadar görevlerinin başında kalmışlardır.
Örneğin: Kays b. Sa’d, Osman b. Huneyf, Kumeyl, Sa’d b. Mesut ve
Süleyman b. Sured. Bazıları ise görevlerini ihmal ederek zaaf
göstermişlerdir. Örneğin: Ubeydullah b. Abbas ve Said b. Nemran
azarlanmış ve kınanmışlardır. Bazıları da ihanetlerinden dolayı İmam Ali
(a.s) tarafından görevden alınarak azledilmişlerdir. Örneğin: Munzir b.
Carud ve Ukbe b. Amr.[99]
Önceki
- Şiaların Birinci İmamı
Hz. Ali (aleyhi selam)
Hicri Kameri 11 - 40 Sonraki
İmam Hasan (a.s)
Savaşlar
Cemel (Nakisin) Savaşı
Cemel
Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Nakisin (neks, bozmak, ihlal etmek çiğnemek
anlamındadır. Talha, Zübeyr ve taraftarları, ilk önce İmam Ali’ye (a.s)
biat etmiş ve ardından biat ve anlaşmalarını ihlal ederek bozdukları
için onlara nakisin denmektedir.)[100] Arasında Hicrî otuz altı yılında
cemaziyülahir ayında gerçekleşti.[101] Talha ve Zübeyr, ilk önceleri
hilafete göz dikmişlerdi,[102] ancak isteklerine kavuşamayınca ve İmam
Ali (a.s) halife olunca imamla hilafeti paylaşma eğilimine girmişlerdir.
O ikisi, İmam Ali’den Basra ve Kufe valiliklerini onlara vermesini
istemişler ancak İmam onlara bu iki yerin valiliklerini uygun
görmemiştir.[103] Bundan dolayı, kendileri Osman’ın katili olarak
bilinmelerine rağmen ve halk arasında Osman’ın öldürülmesinde Talha’dan
daha açgözlü kimsenin bulunmamasının bilinmesine rağmen[104] kendi
amaçlarına ulaşmak için Ayşe ile birlik oldular. Hâlbuki Ayşe’nin
kendisi de Osman’ın evi kuşatıldığında bırakın Osman’a yardım etmeyi
Osman’a itiraz edenleri hak talep edenler olarak anmıştır. Ama buna
rağmen Ayşe, halkın İmam Ali’ye (a.s) biat ettiğini duyunca, hemen
Osman’ın zulümle öldürüldüğünü dile getirmiş ve Osman’ın katillerinin
cezalandırılmasını istemiştir.[105] Ayşe, önceden beri İmam Ali’ye (a.s)
kin duymaktaydı. Bundan dolayı, Talha ve Zübeyr’le birlik oldu.[106]
Dolayısıyla bu grup üç bin kişilik bir ordu kurarak Basra’ya doğru
hareket etti.[107] Bu savaşta Ayşe “asker” adlı bir erkek deveye
binmişti, bundan dolayı bu savaş, Cemel savaşı olarak
adlandırılmıştır.[108] İmam Ali’nin (a.s) emri ile (Basra valisi) Osman
b. Huneyf, isyancıları hak yola davet etmekle görevlendirildi. Daveti
kabul etmemeleri durumunda İmam Ali (a.s) oraya ulaşıncaya kadar onlara
karşı direnmesi istendi.[109] İmam Ali (a.s) Basra’ya ulaşır ulaşmaz
biatlerini bozanlara nasihat etmeye koyulmuş ve bu şekilde yaşanabilecek
bir savaşı önlemeye çalışmıştır, ancak İmam’ın (a.s) bu girişimleri
sonuç vermemiş ve karşı taraf İmam’ın (a.s) yarenlerinden birini
öldürerek savaşı başlatmıştır.[110] Elbette Zübeyr, savaş başlamadan
önce İmam Ali’nin (a.s) Peygamber Efendimiz'in (a.s) Zübeyr’e hitaben
buyurduğu bir hadisi kendisine hatırlatması üzerine –Peygamber Efendimiz
(s.a.a) Zübeyr’e hitaben sen bir gün Ali ile savaşa tutuşacaksın
demiştir- ordudan ayrılmış ve Basra’nın dışında Amr b. Curmuz tarafından
öldürülmüştür.[111] Cemel ashabı, muharebeden birkaç saat sonra çok
sayıda ölü vererek yenilmiştir.[112] Bu savaşta Talha öldürülmüş, Ayşe
ise savaş sonrası saygın bir şekilde Medine’ye gönderilmiştir.[113]
Sıffin (Kasitin) Savaşı
Sıffin
Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Kasitin (Muaviye ve ordusu)[114] arasında
Safer ayının Hicrî otuz yedinci yılında Şam’da Fırat yakınlarında
“Sıffin” denen bir yerde gerçekleşmiştir. Bu savaş Hicrî otuz sekizinci
yılı Ramazan ayında hakemlik olayı ile sona ermiştir.[115] Osman
muhasara altına alındığında Muaviye ona yardım edebileceği halde ona
yardım etmemişti ve onu Şam’a götürerek işleri kendi lehine çevirmek
istiyordu. Muaviye Osman öldürüldükten sonra Şamlıların gözünde Hz.
Ali’yi Osman’ın katili olarak tanıtmaya çalışıyordu. İmam Ali (a.s) işe
koyulur koyulmaz Muaviye’ye mektup yazmış ve ondan kendisine biat
etmesini istemiştir. Fakat Muaviye bahaneler üreterek ilk önce yanında
dolaşan Osman’ın katillerini bana gönder ben onlara kısas uygulayayım,
eğer böyle yaparsan sana biat ederim demiştir. İmam Ali (a.s) bu
yazışmanın ve Muaviye’ye elçiler göndermesinin ardından Muaviye’nin
kendisiyle savaşma niyetinde olduğunu anladı. Bunun üzerine ordusunu
Şam’a doğru harekete geçirdi. Diğer taraftan ise Muaviye kendi ordusunu
harekete geçirdi. Her iki ordu da Sıffin yakınlarında mevzi aldılar.
İmam Ali (a.s) savaşın patlak vermemesi için mümkün olan her yola
başvurdu. Dolayısıyla yeniden mektup yazışmaları yaşanmış, ancak bir
sonuç alınamamıştır. Sonunda savaş Hicrî otuz altı yılda başladı.[116]
Eğer son saldırı gerçekleşmiş olsaydı İmam Ali’nin (a.s) ordusu savaşı
kazanmış olacaktı. Ancak Muaviye, Amr b. As’la yaptığı görüşmelerin
ardından hile yoluna başvurdu. Yanlarında bulunan Kur’anları mızrakların
ucuna taktırarak Hz. Ali’nin (a.s) ordusunu Kur’an’ın hükmüne
çağırmaları emrini verdi. Bu hile ve aldatmaca sonuç vermiş ve Hz.
Ali’nin (a.s) ordusunda bulunan Kur’an karileri İmamın (a.s) yanına
giderek: Bizler bu insanlarla savaşamayız, onların dediklerini kabul
etmeliyiz, demişlerdi. Her ne kadar İmam Ali (a.s) bunun onların
savaştan kaçmak için başvurdukları bir hile olduğunu söylese de fayda
etmemiştir.[117] İmam Ali (a.s), Muaviye’yi her ne kadar Kur’an ehli
olmadığını bilse de hakemliği kabul etmek zorunda olduğunu belirten bir
mektup yazar.[118]Bir kişinin Şam ordusundan ve bir kişinin de Irak
ordusundan oturarak Kur’an hükmüne göre bu konu hakkında görüş
belirtmesi kararlaştırıldı. Şam ordusundan bu iş için Amr b. As
görevlendirildi. Irak Ordusundan ise sonradan Havarici (Haricîleri)
oluşturan Eş’as ve başka bir grup, Ebu Musa Eş’eri’yi önerdiler. Ancak
İmam Ali (a.s) İbn Abbas veya Malik Eşter olması gerektiğini söyledi.
Ama Eş’as ve taraftarları ise bunu kabul etmediler. Bahaneleri ise Malik
Eşter’in savaşa eğilimli olduğu ve İbn Abbas’ın ise olmaması gerektiği
yönündeydi. Çünkü bu gruba göre Amr b. As, Mısır’dan olduğu için karşı
tarafın da Yemenli olması gerekiyordu![119] Sonunda Amr b. As, Ebu Musa
Eş’eri’yi aldatarak, hakemlik olayını Muaviye’nin lehine
sonuçlandırmıştır.[120]
Nehrevan (Marikin) Savaşı
Ana Madde: Nehrevan Savaşı
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz
ben dün emrediyordum, bugün emir veriyorlar! Dün ben sizi
nehyediciydim, bugün ben nehyediliyorum! Gerçekten de yaşamayı, bekayı
çok seviyorsunuz. Ben de istemediğiniz şeyi size zorla yükleyecek
değilim.”
“
”
—Nehcü’l Belağa, 208. Hutbe.
Sıffin’de
gerçekleşen hakemlik olayı, İmam Ali’nin (a.s) bazı yarenlerinin itiraz
ve muhalefeti ile düşman tarafın lehine sonuçlanmıştır. Onlar neden
Allah’ın işinde yargıda bulundun diye isyan etmişlerdir. Hâlbuki İmam
Ali (a.s) bu işe başlangıçta muhalefet etmiş ve onların kendileri İmam
Ali’yi hakemliğe zorlamışlardı. Ve sonunda İmam Ali’yi (a.s) tekfir
etmiş ve lanetlemişlerdir.[121] Havaric (Hariciler) veya Marikin olarak
adlandırılan bu grup, sonunda halkı öldürmeye başladılar. Babası Allah
Resulünün (s.a.a) sahabesi olan Abdullah b. Habbab’ı öldürdüler ve gebe
olan eşinin karnını deştiler.[122] Böylece, İmam Ali (a.s) onlarla
savaşmak zorunda kaldı. İmam savaştan önce İbn Abbas’ı onlarla müzakere
etmesi için gönderdi ancak bir yararı olmadı. Nihayet kendisi aralarına
giderek onlarla konuştu. Birçokları hatasını anlayarak pişman olup ve
diğeleri kendi düşüncelerinde baki kaldılar. Sonunda savaş başladı ve
Haricîlerden dokuz kişi geride kaldı, İmamın (a.s) yarenlerinden ise
yedi veya dokuz kişi öldürüldü.[123]
Hz. Ali'nin Türbesinden Bir Kare
Şehadeti
Nehrevan
savaşından sonra, İmam Ali (a.s) Irak halkını yeniden Şam’a karşı
savaşması için hazırlamaya başladı, ancak az bir grup dışında kendisine
katılan olmadı. Öte yandan Irak’ın durumundan ve Iraklıların
iradesizliğinden haberdar olan Muaviye, İmam’ın egemenliği altında
bulunan Arap yarım adasına ve hatta Irak’ın çeşitli yerlerine saldırarak
onların gücünü zayıflatmaya ve Irak yolunu açmaya koyuldu.[124] İmam
Ali (a.s) Sıffin’e gitmek için ordusunu hazırlanmaya koyulduğu zaman,
hicrî kırkıncı yılında Ramazan ayının ondokuzunda sabaha doğru
Abdurrahman İbn Mülcem Muradi tarafından (namaz kıldığı sırada)
saldırıya uğrayarak yaralandı ve Ramazan ayının yirmibirinde şehit oldu.
İmam Ali (a.s), Muaviye ve Amr b. As’ın öldürülmesi için Haricîlerden
üç kişinin iş birliği yaptığı ve Kuttam adlı bir kadının da bu işte rolü
olduğu kaynaklarda geçmiştir.[125]Emirilmümin’in Hz. Ali’nin (a.s)
çocukları -İmam Hasan, İmam Hüseyin ve Muhammed b. Hanifiyye- Abdullah
İbn Cafer’le birlikte gece vakti Gariyin (Şimdiki Necef) denen yerde
İmam'ı toprağa veridiler ve kabri gizlediler.[126] Çünkü Emeviler ve
Hariciler eğer Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini bilecek
olsaydılar naaşını kabirden çıkarıp saygısızlık yapacaklardı.[127]
İmam Ali'nin Kufelilere Bedduası
Başından darbe aldığı günün sabahı şöyle buyurdu:
“Allah onlardan daha hayırlısını versin bana ve benden daha kötüsünü musallat kılsın onlara.”
“
”
—Nehcü’l Belaga, 70. Hutbe.
Vasiyetleri
İmam
Ali’nin (a.s) çocuklarına gusül, kefen, namaz ve tedfinişlerinin nasıl
olması gerektiğine dair nasihatler ettiği rivayet edilmiştir.[128] İmam
(a.s) çocuklarına defnedildiği yerin gizli kalmasını vasiyet
etmiştir.[129] İbn Mülcem tarafından başından aldığı darbenin ardından
oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle nasihatte bulunmuştur:
“Allah’tan
korkmanızı, dünya sizi istese bile onu istememenizi vasiyet ederim. Ona
ait bir şeye ulaşmadığınız veya kaybettiğiniz için üzülmeyin. Hakkı
söyleyin; ahiret ecri için çalışın. Zalime düşman, mazluma yardımcı
olun. Siz ikinize, bütün evlatlarıma, ehlime ve bu vasiyetin ulaştığı
kimselere Allah’tan korkmayı, işlerinizde intizamlı olmayı, birbirinize
iyilikle davranmayı, insanlarla barışık yaşamayı vasiyet ederim. Ben
dedeniz Resulullah’tan (s.a.a) şöyle duydum: “Birbiriyle barışık yaşamak
bir yıllık namaz ve oruçtan daha faziletlidir.” Allah için, Allah için
yetimlerin hakkını gözetin, onları bir aç bir tok bırakarak nezdinizde
zayi etmeyin. Allah için, Allah için komşularınızın hakkına riayet edin.
Onlar, size Nebi’nizin vasiyetidirler. O, komşular hakkında öylesine
tavsiyelerde bulunurdu ki biz mirasa da dâhil olacaklar sandık. Allah
için, Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmede ve onun hükümlerine
uymada başkası sizden önde olmasın. Allah için, Allah için namaza dikkat
edin; çünkü namaz, dininizin direğidir. Allah için, Allah için,
Rabbinizin evi Kâbe’ye dikkat edin, var olduğunuz müddetçe orayı boş
bırakmayın, eğer orayı terk edecek olursanız ve saygınlığını
korumazsanız azap hususunda sizlere fırsat dahi verilmez. Allah için,
Allah için mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle Allah yolunda
cihat edin. Size düşen görev, karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmak,
karşılıklı olarak hediyeler vermektir. Sırt çevirip gitmekten ve
birbirinize dargın durmaktan sakının, iyiliği emredip kötülükten men
etmeyi terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza en kötüleriniz
geçer ve sonra ne kadar çağırsanız da artık sizlere icabet edilmez. Ey
Abdulmuttalip oğulları! “Müminlerin emiri katledildi” diyerek
Müslümanların kanını akıtmaktan, öç almaya kalkışmaktan sakının. Sakın,
benim için katilimden başkasını öldürmeyin. Biraz bekleyin bakın; şayet
onun darbesinden ölürsem, darbesine karşı kendisine bir darbe vurun,
organlarını kesmeyin. Ben Resulullah’ın şöyle dediğini işittim:
“Öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa, ölünün bedenini kesmeyin.”[130]
İmam Ali'nin Türbesi
Kabrin Gizli Olması
Hz.
Ali’nin (a.s) kabrinin gizli kalması için vasiyet etmesinin nedeni,
Havariç ve Münafıkların naaşını kabirden çıkararak ona saygısızlıkta
bulunacaklarından çekiniyor olmasından dolayıdır.[131] İmam Ali’nin
(a.s) kabrinin yerini yalnızca çocukları ve has yârânları bilmekteydi.
İmam Cafer Sadık (a.s) Abbasi halifelerinden Mansur’un zamanında hicrî
135. Yılda ilk kez Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini
açıklayarak Necef’teki kabrin yerini göstermiştir.[132]
Fazileti ve Menkıbeleri
Kur’an Ayetleri
İmam
Ali’nin (a.s) fazilet ve menkıbeleri için nazil olan ayet sayısı
oldukça fazladır. Hatta İbn Abbas’tan nakledildiğine göre üçyüzün
üzerinde ayet İmamın fazileti hakkındadır.[133] Burada bu ayetlerden
bazılarını zikredeceğiz:
Mübahale Ayeti
فَقُلْ تَعَالَوْا
نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ
وَاَنْفُسَنَا واَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ
عَلَى الْكَاذِبٖينَ (Tercüme: De ki: "Gelin, oğullarımızı ve
oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi
çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan
söyleyenlerin üstüne kılalım.”) (61–3)
Hicrî onuncu yılında
“Mübahele” günü, Allah’ın yalancılara azap etmesi için Müslümanlarla
Necran Hıristiyanları arasında lanetleşme yapılması kararlaştırıldı. Bu
amaçla, Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyin’i (a.s) kendisiyle beraber sahraya götürdü. Hıristiyanlar
Peygamber'in (s.a.a) kendisinden çok emin bir şekilde yalnızca en
yakınlarını kendisiyle getirdiğini görünce, korkarak cizye ödemeyi kabul
ettiler.[134]
Tathir Ayeti
اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ
لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ
تَطْهٖيرًا (Tercüme: Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece kiri (günah ve
çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) (33–33) Şia
ulemalarına göre, bu ayet Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) eşi Ümmü
Seleme’nin evinde nazil olmuş ve nüzul anında orada Peygamberimizin
(s.a.a) yanı sıra Hz. Ali(a.s), Hz. Fatıma(s.a), Hz. Hasan (s.a) ve
Hz.Hüseyin (s.a) de bulunmaktaydı. “Tathir ayeti” nazil olduktan sonra
Hz. Muhammed (s.a.a) oturduğu bir parçayı (kisa) alarak “Kisa (Aba)
kendisinin, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in üzerine
örttü. Sonra ellerini göye doğru kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım!
Benim ehlibeytim bu dört kişidir, bunları her türlü kir ve kötülükten
temizle.”[135]
Meveddet Ayeti
قُلْ لَا اَسْپَلُكُمْ عَلَيْهِ
اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى (Tercüme: “De ki: “Ben buna
(yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden yakın
akrabalarımı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum.)
(23–42) İbn Abbas şöyle diyor: Bu ayet nazil olduğunda Allah Resulüne
(s.a.a) şöyle arz ettim: Meveddet ve sevgisi farz olanlar kimlerdir? Hz.
Muhammed (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin.” Ve bu
cümleyi üç kere tekrar etti.[136]
İlk Müslüman
Meşhur olduğuna
ve hatta tevatür haddinde ulaştığına göre Hz. Ali (a.s) ilk
Müslümandır.[137] Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü havuz (Kevser) başında benimle ilk görüşecek olanınız
İslam’da da en önde olanınız olan Ali olacaktır.”[138] Yine Hz.
Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) hakkında şöyle buyurmuştur: “Acaba
seni ümmetim arasında herkesten önce İslam’ı kabul eden, onların en
bilgili ve en sabırlı olanı ile evlendirmeme razı olmaz mısın?”[139]
Leyletü’l Mebit
Kureyş’in,
Müslümanlara işkence ve eziyet etmesinin ardından, Hz. Peygamber
(s.a.a) Müslümanlara Medine’ye hicret etme emrini verdi. Hazretin
yarenleri de birkaç aşamada Medine’ye doğru harekete geçtiler.[140]
Kureyşlilerin Daru’n Nedve’de (Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin
istişare etmeleri için yaptırdığı binadır) yaptıkları toplantıda bir çok
görüş ileri sürüldü. Alınan karara göre her kabileden genç ve cesur
birisi Allah Resulünü (s.a.a) kendi evinde öldürmesi için
görevlendirildi. Cebrail (a.s) Peygamber Efendimiz'e (s.a.a) nazil
olarak Kureyş’in planını deşifre etmiş ve o geceyi kendi yatağında
yatmaması ve hicret etmesi emrini iletmiştir. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz.
Ali’ye (a.s) düşmanın komplosunu anlatarak kendi yatağına yatmasını
ister.[141] Müfessirler ayetin nüzul sebebini وَمِنَ النَّاسِ مَنْ
يَشْرٖى نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ
بِالْعِبَادِ (Tercüme: İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını
almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.) (207–2)
Hz. Ali (a.s) ve “leyletu’l mebit” hakkında olduğu görüşündedirler.[142]
Hz. Muhammed’in (s.a.a) hicret ettiği ve Hz. Ali’nin (a.s) O'nun yatağına yattığı gece "Leyletü'l Mebit" olarak adlandırılır.
Allah Resulünün Kardeşi
Hz.
Peygamber (s.a.a) Medine’ye girdikten sonra önce Muhacirler arasında,
daha sonra Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik akdi kıydı. Ve her
ikisinde de Hz. Ali’ye : “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin,”
diyerek aralarında kardeşlik akdikıydı.[143]
Reddü’ş Şems (Güneşin Dönüşü)
Hicrî
yedinci yılda günlerden bir gün Hz. Peygamber'le (s.a.a) Hz. Ali (a.s)
öğlen namazını kıldılar ve Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) bir
iş için görevlendirdi, ama Hz. Ali ikindi namazını kılmamıştı. Hz. Ali
(a.s) geri dönünce, Peygamber Efendimiz başını Hz. Ali’nin (a.s)
kucağına koyarak uyudu. Bu sırada güneş batmıştı. Hz. Peygamber (s.a.a)
uykudan uyanınca “Allah’ım! Senin kulun Ali, kendisini Peygamberi için
korudu, güneşi onun için geri döndür.” diye dua etti. Bu sırada güneş
geri döndü. Hz. Ali (a.s) kalkarak abdest aldı ve ikindi namazını
kıldı.Sonra güneş yeniden battı.[144]
Beraat Suresinin İblağ Edilmesi
Tövbe
Suresinin ilk ayetleri ‘Müşriklerin tevhit inancına inanmaları ve
Müslümanların zümresine katılmaları, ancak inat etmeleri durumunda
savaşa hazırlıklı olmaları ve her nerede tutuklanırlarsa
öldürüleceklerini bilmeleri gerektiğine dair kendilerine dört ay süre
tanınması’ hakkında indiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) hac merasimine
katılma düşüncesinde değildi. Bundan dolayı ilahî emir gereği: ‘Bu emri
Peygamberin kendisi veya ondan olan birisi insanlara ulaştırmalı ve bu
iki kişi dışında kimsenin bu iş için salahiyetinin olmadığı’
belirtilince,[145] Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s)
çağırarak ondan Mekke’ye gitmesini ve Mina’da kurban bayramı günü Beraat
(Tövbe) Suresini Müşriklere tebliğ ederek ulaştırmasını istedi.[146]
Hak
Hadisi: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: عَلی مَعَ الحقِّ و
الحقُّ مَعَ عَلی (Tercüme: Ali hak ile hak da Ali iledir.)[147]
Seddu’l
Ebvab (kapıların kapatılması): Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz.
Ali’nin (a.s) kapısı dışında Mescid-i Nebi’ye bakan tüm kapıların
kapatılmasını emretti. Bunun nedenini sorduklarında Efendimiz (s.a.a)
şöyle buyurdu: “Ben Ali’nin kapısı dışında tüm kapıların kapatılması
için görevlendirildim, ama bu konuda tartışmalar yaşandı. Allah’a
andolsun ki hiçbir kapıyı kapatıp, açmadım, ancak bu iş için
görevlendirilmiş ve ona itaat etmişimdir.”[148]
Hz. Resulü Kibriya Efendimiz şöyle buyurmuştur:
Her
ümmetin bir sıddıkı (dosdoğru olanı) ve faruku (hakkı batıldan ayıranı)
vardır. Bu ümmetin sıddıkı (ve faruku) Ali b. Ebi Talib’dir."
“
”
—Uyun-u Ahbari'r-Rıza, 2/13/30.
İslam Bilimlerinin Başlatıcısı
İbn
Ebu’l Hadid, hicrî yedinci yüzyıl Ehli Sünnet (mutezile)
âlimlerindendir. Nehcü’l Belağa’ya yazdığı açıklamanın mukaddimesinde
şöyle yazmaktadır: Düşmanlarının faziletlerini itiraf ettiği ve
faziletlerini inkâr edemeyip, gizleyemedikleri kişi hakkında ne
diyebilirim ki? Herkes Emevilerin, İslam ülkelerinin doğusundan batısına
kadar ellerinin her yere ulaştığını biliyor, onlar her hile ve desise
ile O'nun azamet nurunu söndürmeye çalışmış, O'nu kötüleyen ve kınayan
çok sayıda hadisler uydurmuş, tüm minberlerde O'na lanet okutmuş, O'nu
övenleri tehdit etmek bir yana hapislere atarak öldürmüşler. O'nun
faziletini anlatan yahut adını yücelten hadis ve rivayetleri hatta
insanların çocuklarına Ali adını koymalarını bile yasaklamışlardı. Ama
tüm bunların etki etmemesi bir yana O'nun adı daha da yücelmiş ve daha
da üstün olmuştur. O, misk gibiydi, her ne kadar çok örtülürse atmosfere
daha çok güzel koku yaymaktadır.[149] İbn Ebu’l Hadid sözünün devamında
şunları yazmaktadır: Her faziletin başlangıç dizesi ve her insanlık
imtiyazının kaynağı olan kişi hakkında ne diyebilirim ki? Her fırka ve
grup kendisini Hz. Ali'ye (s.a) bağlamakta ve Ounla olan bağlantısıyla
övünmektedir. O, tüm imtiyaz ve seçkilerin başlangıç kaynağı idi. Bu
meydanda kimse O'nu geçememiş ve O bu mücadelenin öncüsü olmuştur.[150]
Kelam İlmi
İbn
Ebi’l Hadid şöyle demektedir: İlahiyat ilmi ve Allah Teâlâ’nın
sıfatlarını tanımak ilimlerin eşrefi ve en üstünüdür. Bu ilmin detaylı
açıklaması Hz. Ali (a.s) ile başlamıştır. Bu ilmde görüş sahipleri
olanlar, O'nun öğrencileridir. Tevhit ve Adl ehli olan Mutezile, onun
öğrencileri ve ashabıdırlar. Zira onların öncüleri olan Vasıl b. Ata,
Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefiyye’nin öğrencisidir. Ebu Haşim
ise babasının öğrencisidir, babası da İmam Ali’nin (a.s)
öğrencidir.[151] Eş’ariler de Hz. Ali’de (a.s) sonlanmaktadırlar. Şöyle
ki bu fırkanın kurucusu Ebu’l Hasan Ali b. (İsmail b.) Ebu Beşer
Eş’ari’dir. O, Ebu Ali Cubbai’nin öğrencisidir ve o da Mutezilenin
üstatlarından birisidir. Dolayısıyla Eş’arilik de nihayetinde
Mutezilenin üstadına dayanmaktadır ve O, İmam Ali’dir (a.s).[152]
İmamiye ve Zeydiye’nin de Hz. Ali’ye (a.s) mensup oldukları açıktır ve
açıklanmaya ihtiyaç duymamaktadır.[153]
Fıkıh İlmi
İbn Ebi’l
Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) fıkıh ilminin temel ve esasıdır.
İslam’daki her fakih onun sofrasından yararlanmaktadır. Şia fıkhının ona
istinadı açıktır ve açıklamaya hacet yoktur. Ebu Yusuf, Muhammed
gibiler Ebu Hanife’nin yârenleridirler ve fıkhı Ebu Hanife’den
öğrenmişlerdir. Ahmed b. Hambel, Şafii’nin öğrencisidir ve O da Ebu
Hanife’den fıkhı öğrenmiştir ve Ebu Hanife’de İmam Cafer Sadık’ın (a.s)
öğrencisidir. Ve O da babası İmam Muhammed Bakır (a.s) ve O da babaları
vasıtasıyla İmam Ali’ye (a.s) ulaşmaktadır. Malik İbn Enes, fıkhı
Rabietu’r Rey’den öğrenmiştir. Rabiet, İkrime’nin öğrencisi ve O da
Abdullah b. Abbas’ın öğrencisidir. İbn Abbas’da Hz. Ali’nin (a.s)
öğrencisidir. Şafii’nin fıkhını da Malik’in öğrencisi olması hasebiyle
İmam Ali’ye (a.s) nispet verebiliriz. Bu şekilde, Ehli Sünnetin dört
fakihi de İmam Ali’ye (a.s) mensup olmuş olur. Sahabe fakihler, Ömer b.
Hattab ve Abdullah b. Abbas’ın her ikisi de ilimlerini İmam Ali’den
(a.s) almıştır. İbn Abbas’ın öğrenciliği açıktır. Herkes biliyor ki Ömer
de bir çok kere zor konularda İmam Ali’ye başvurmuş ve bir çok kere
şöyle demiştir: “Levla Ali’yyun Le-heleke Ömer/Ali olmasaydı Ömer helak
olurdu”, ve “Ebu’l Hasan’ın (İmam Ali’nin künyesi) olmadığı bir yerde
zor ve karışık konularla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.” Ayrıca yine
şöyle demiştir: “Ali mescitte olduğu sürece kimsenin fetva vermeye hakkı
yoktur.” Dolayısıyla İslam fıkhının da O'na ulaştığı netlik
kazanmaktadır. Şia ve Sünniler, Hz. Peygamber Efendimiz'den (s.a.a)
şöyle bir rivayet nakletmişlerdir: “Akdakum Ali/Sizin en kadınız
(yargılayıcınız) Ali’dir.” Kadılığın fıkıh ilminin bir parçası olduğuna
binaen bu şekilde Hz. Ali’nin (a.s) öteki sahabelerden daha fakih olduğu
ortaya çıkmaktadır.[154]
Tefsir
İbn Ebi’l Hadid, şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s) tefsir ilminin kurucusudur ve her kim tefsirlere müracaat
edecek olursa bunu açıkça görür. İster o kısımdaki ayet doğrudan O'nun
tarafından tefsir edilmiş olsun ve isterse o ayetin tefsiri İbn Abbas
tarafından yapılmış olsun. Çünkü nihayetinde O da Hz. Ali’den almıştır.
İbn Abbas’a senin ilmin ile amcaoğlunun (İmam Ali’nin) ilminin nispeti
nedir? Diye sorulduğunda İbn Abbas şöyle cevap vermiştir: "Sonsuz bir
okyanusta bir yağmur tanesi gibidir."[155]
Tarikat İlmi
İbn
Ebi’l Hadid şöyle diyor: Tarikat, hakikat ve tasavvuf ilim sahipleri
senet ve belgeleri İmam Ali’ye (a.s) dayanmaktadırlar ve sufilerin şu
ana kadarki şiarı olan “خرقه/hırka” buna delalet etmektedir.[156]
Arap Edebiyatı
İbn
Ebi’l Hadid şöyle demektedir: Herkes İmam Ali’nin (a.s) nahv ilmi ile
Arap edebiyatının mucit ve yenilikçisi olduğunu bilmektedir. İmam Ali
(a.s) o bilimin tüm kaide ve kurallarını Ebu’l Esved Dueli’ye
yazdırmıştır. İmam Ali’nin (a.s) Ebu’l Esved Dueli’ye öğrettiği
kurallardan bazıları şunlardır: Kelam üç kısımdır; isim, fiil ve harf.
Kelime marife ve nekre olarak taksim edilir. İ’rablar ref’, nasb, cer ve
cezm olarak taksim edilir.[157]
Fesahat ve Belagat
İbn Ebi’l
Hadid şöyle diyor: Fesahat açısından Hz. Ali (a.s), fasihlerin öncüsü ve
belagatçıların başıdır. O'nun kelamı hakkında şöyle denmiştir: “Dune
kelamu’l Halik ve fevka kelami’l Halik/ O'nun kelamı Allah’ın kelamından
aşağı, mahlûkun kelamından üstündür.” Ve buna en açık tanık Nehcü’l
Belağa’dır. Kendi zamanının en fasihlerinden olan Abdulhamid b. Yahya,
Hz. Ali’nin (s.a) yetmiş hutbesini ezberlediğini ve fesahetinin O'nun
edebi kaynağından başladığını söylemiştir. İbn Nubate ise şöyle
demiştir: hutbelerden hazine ezberledim, ondan her ne kadar alırsam
azalmaz, aksine artar. Ali b. Ebu Talib’in (a.s) vaaz ve nasihatlerinden
yüz fasıl ezberledim.[158]
Ahlaki Özellikleri
Cömertliği
Namaz Halinde Sadaka Vermesi
İbn
Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) cömertlik durumu da açıktır.
Oruç tutar, iftarını ise ihtiyaç sahiplerine verirdi. (Ve ona
ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa
verirler, onları doyururlar. İnsan suresi, 8) ayeti onun hakkında nazil
olmuştur. Müfessirlerin dediğine göre Hz. Ali’nin (a.s) bir gün dört
dirhemi vardı. Bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, üçüncü
dirhemini gizli ve dördüncü dirhemini ise açıkça sadaka verdi. Bunun
üzerine (Onlar mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda
harcarlar. Bakara, 274) ayeti nazil oldu. Kendi eliyle Medine’deki
hurmalıklarını suladığı söylenmiştir. Nitekim elleri nasır bağlamış ve
ondan gelen ücreti ise sadaka olarak vermiş, buna rağmen kendi karnına
taş bağlamıştır. Diyorlar ki: hiçbir zaman hiçbir dilenciye “yok”
demedi. Bir gün Mahfen b. Mahfen Muaviye’nin yanına geldi. Muaviye ona
nereden geliyorsun? diye sordu. Mahfen Muaviye’nin hoşuna gitsin diye,
"İnsanların en cimrisinin –yani Ali’nin (a.s)- yanından geliyorum",
dedi. Muaviye dedi ki, sana yazıklar olsun; eğer yanında bir depo dolusu
altın ve bir depo dolusu saman olsa, altın deposunu saman deposundan
daha erken ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak birisi hakkında nasıl böyle
konuşabilirsin?!". Evet İmam Ali'nin (s.a) düşmanları bile onun
cömertliğini itiraf etmek zorunda kalmıştır. [159]
Bağış ve Hoşgörüsü
İbn
Ebi’l Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) alçakgönüllülük, bağış,
büyüklük, hatayı görmezlikten gelme konularında herkesten daha
toleranslı idi. Nitekim Cemel vakası bunun en güzel örneğidir. Şöyle ki
onun en azılı düşmanlarından olan Mervan b. Hakem’i ele geçirince onu
azat etmiş ve işlediği büyük hatasından geçmiştir. Abdullah ibn Zübeyr,
halkın önünde İmam Ali’ye (a.s) kötü sözler sarf etmekteydi. Abdullah
ibn Zübeyr, Ayşe’nin ordusu ile Basra’ya gelince bir hutbe okumuş ve
hutbesinde ağzına gelen her şeyi O'nun hakkında söylemiş ve hatta,
"şimdi insanların en alçağı ve düşüğü (neuzibillah) sizin şehrinize
doğru geliyor" demiştir. Ancak İmam (a.s) onu ele geçirince onu
bağışlamış ve ona yalnızca şöyle demiştir: "Git, seni gözüm görmesin."
Nitekim Said b. As’ı –düşmanlarından birisiydi- Cemel Şavaşı'ndan sonra
Mekke’de ele geçirmiş, ancak ona sırtını dönmüş bir şey dememiştir. Hz.
Ali’nin (a.s) Cemel Savaşı'ndan sonra Ayşe’ye davranışı meşhurdur.
Ayşe’ye galip gelince, ona kıymet vermiş ve onu Medine’ye göndermek
istediğinde Abd Kays kabilesinden yirmi kadına erkek elbisesi giydirmiş
ve ellerine hamail kılıcı vererek onunla göndermiştir. Oysa Ayşe yol
boyunca durmadan Hz. Ali’ye (a.s) beddua ederek hakaret etmiş ve benim
saygınlığımı çiğneyerek beni erkeklerle birlikte gönderdi demiştir.
Ancak Medine’ye ulaştıklarında (yüzleri örtülü) erkek elbisesi giymiş
kadınlar ona dönerek: "bak gör, seninle birlikte buraya gelen bizler
kadınız" demişlerdir.Ayşe ile birlikte Hz. İmam Ali’ye (a.s) karşı
savaşıp İmam'ın bazı yârenlerini öldüren Basra halkının hepsini azat
etmiş ve ordusuna hiç kimseye dokunmamalarını emrederek "her kim
silahını yere koyarsa azattır" diye buyurmuştur. Ne onlardan esir almış
ve ne de ganimet olarak onlardan mal almıştır. Hz. Peygamberin (s.a.a)
Mekke’nin fethinde Mekkelilere yaptığının aynısını yapmıştır. Muaviye
Ordusu, Sıffin’de İmam Ali’nin (s.a) ordusunun suyunu kesmiş ve O'nun
ordusu ile Fırat havzası arasında engel koymuşlardı. Muaviye’nin ordu
ileri gelenleri şöyle diyorlardı: Ali ve ordusunu susuz bir şekilde
kılıçtan geçirelim, nitekim o da Osman’ı susuz öldürmüştü! Daha sonra
İmam Ali’nin ordusu savaşarak suyu onların elinden geri aldılar. Bu
esnada İmam'ın askermerinden bazıları da "Muaviye ordusunun susuzluktan
bitkin düşerek susuz ölmeleri için Muaviye’nin ordusundan kimsenin su
almasına izin vermemeliyiz" demişlerdi. Ancak Hz. İmam Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: " Biz asla böyle yapmayacağız. Fırat’ın bir kısmından
yararlanmaları için onlara izin verin."[160]
Tebessüm ve Güler Yüzlülüğü
İbn
Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) güler yüzlü ve tebessümlü
oluşu insanlar arasında deyim olmuştu. Nitekim düşmanları Hz. Ali’nin
(a.s) bu sıfatını O'nun için bir ayıp saymışlardır! Hz. İmam’ın (a.s)
Sa’sa’a b. Suhan ve öteki yârânları şöyle diyorlar: "Ali (a.s) bizim
aramızda bizlerden biri gibiydi, kendisi için hiçbir ayrıcalığa sahip
değildi, ancak tevazu ve alçakgönüllülüğünün yanı sıra o kadar heybetli
idi ki O'nun karşısında, kendimizi elinde kılıç tutmuş bir adamın eli
altında, elleri kolları bağlı bir esir gibi hissederdik."[161]
Allah Yolunda Cihadı
İbn
Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) dost ve düşmanları O'nun
mücahitlerin başı olduğunu itiraf etmektedirler. Onun karşısında kimse
bu sıfata layık değildir. Herkes, İslam’ın müşriklerle yaptığı en zor ve
en ağır savaşın Bedir savaşı olduğunu biliyor. Bu savaşta müşriklerden
yetmiş kişi öldürülmüştür. Bunlardan yarısı Hz. Ali (a.s) tarafından
öldürülmüş ve diğer yarısı ise Meleklerin yardımı ile öteki
Müslümanlarca öldürülmüştür. Hz. Ali’nin (a.s) Uhud, Ahzab, Hayber,
Huneyn ve diğer gazvelerdeki durumu da tarihte meşhurdur.[162]
Cesurluğu
İbn
Ebi’l Hadid şöyle diyor: O, cesurluk meydanının bir numarası idi.
Geçmişteki (kahramanları) insanların aklından çıkarttı ve
gelecektekileri de kendisiyle yok etti. Hz. Ali’nin (a.s) savaşlardaki
konum ve pozisyonu tarihte öyle meşhur olmuştur ki Kıyamet'e kadar onu
misal olarak söyleyeceklerdir. Asla kaçmayan, kahraman bir yiğitti.
Orduların çokluğundan korkmamış, yokluk diyarına göndermediği kimse ile
tutuşmamış ve hiçbir zaman ikincisine ihtiyaç duyulan bir darbe
vurmamıştır. İkisinden birisinin ölmesiyle insanların zarar görmemesi
için Muaviye’yi mübarezeye (teke tek savaşmaya) çağırdığında Amr b. As,
Muaviye’ye şöyle dedi: "Ali sana karşı insaflı davrandı." Muaviye ona
dönerek şöyle dedi: "Benimle olduğun süre zarfında bana asla hiç bu
şekilde bir kazık atmamıştın! Sen beni hiçbir zaman kimsenin pençesinden
kaçamadığı kişiye karşı mı mübarezeye çağırıyorsun? Öyle sanıyorum ki
benden sonra Şam’a hükmetmeyi gönlünden geçiriyorsun!"[163] Arap milleti
her zaman savaşta Hz. Ali (a.s) ile karşı karşıya kaldığı veya her
hangi bir akrabasının Hz. Ali’nin (a.s) eliyle öldürüldüğü için gurur
duymayktaydı. Bir gün Muaviye, tahtında uyuya kalmıştı. Gözünü açınca
birden Abdullah ibn Zübeyr’i karşısında gördü. Abdullah İbn Zübeyr, ona
şaka yolu ile şöyle dedi: “Ey Müminlerin emiri! Eğer istersen seninle
bir güreş tutalım.” Muaviye ona şöyle cevap verdi: “Kendine gel ey
Abdullah! Görüyorum ki yiğitlik ve cesurluğundan ödün vuruyorsun!”
Abdullah dedi ki: “Yoksa sen benim cesurluğumu inkâr mı ediyorsun? Ben
Ali’nin karşısına çıkmış O'na karşı savaşmış biriyim.” Muaviye dedi ki:
“Asla böyle olmadı. Eğer sen bir an bile Ali’nin karşısında durmuş
olsaydın sen ve babanı sol eliyle öldürür, sağ elini kullanmazdı
bile."[164]
İmam Ali (a.s) Temsili
İbadeti
İbn Ebi’l Hadid
şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) insanların en çok ibadet edeni ve namaz ve
orucu herkesten daha çok olan idi. İnsanlar gece namazını, zikir ve
müstahap namazlarda sürekliliği O'ndan öğrenmişlerdir. Müstahap
namazlara öyle önem veriyordu ki Sıffin savaşında Leyletu’l herir
gecesinde iki saf arasında bir seccade yere atmış ve oklar havada sağdan
soldan uçuştuğu halde o, namazla meşgul olmuştu. Böyle birisi hakkında
ne düşünülebilir? Secdenin çokluğundan alnı nasır bağlamıştı. Her kim
O'nun münacat ve dualarına dikkat edecek olursa Allah’ın azamet ve
büyüklüğünü, Onun heybeti karşısındaki tevazusunu, izzeti karşısındaki
huşusunu ve Onun karşısındaki toprağa bulanışını görür ve onlarda
gizlenmiş ihlası anlar, nasıl bir kalpten coştuğunu ve nasıl bir dilden
aktığını bilir.[165]
Zühdü
Hz. İmam Ali (a.s) zahitlerin
önderi idi. Her kim bu meydanda adım atmak isterse O'nu dikkate alırdı.
Hz. Ali (a.s) asla karnını yemekle doyurmadı, yiyecek ve giyecekleri en
kaba olanlardı. Abdullah b. Ebu Rafi şöyle diyor: Bir bayram günü
Ali’nin (a.s) yanına gittim. Yanında başı mühürlenmiş bir kese gördüm.
Keseyi açtığında arpa kepeğinden yapılmış ekmek kırıntılarının olduğunu
gördüm. Onu yemeğe başladı. Dedim ki: “Ey Emirülmüminin! Neden bunu
mühürlemişsin? Buyurdu ki: “Çocuklarımın bu ekmekleri yağlamaları veya
zeytinyağına bulamalarından korktuğum için.” Elbiseleri bazen deri ve
bazen de hurma lifleri ile bağlanmış olurdu. Ayakkabısı her zaman lif
idi ve en sert kumaşlardan kıyafetler giyerdi. Yiyeceği eğer olursa
sirke yahut tuz olurdu ve eğer şayet denk gelirse bundan daha üstünü
bazı bitkiler olurdu ve eğer bundan da daha üstünü olursa birazcık deve
sütü olurdu. Çok az et yerdi ve şöyle derdi: “Midelerinizi, hayvan
mezarlıklarına çevirmeyiniz.” Buna rağmen insanların en güçlüsü idi ve
açlık O'nun gücünden eksiltmezdi. O, dünyayı terk etmişti, hâlbuki Şam
dışında tüm İslam topraklarının bütün malları O'nun ihtiyarındaydı.
Ancak hepsini insanlar arasında bölerdi.[166]
Eserleri
Nehcü’l Belağa
İmam
Ali’nin (a.s) konuşma ve yazılarının bir araya getirildiği en meşhur
eser Nehcü’l Belağa’dır. Hicrî dördüncü yüzyıl ulemasından Seyyid Razi,
tarafından bir araya getirilmiştir. Nehcü’l Belağa, Arapların en seçkin
edebi eseridir. Bu kitap üç bölümden oluşmaktadır: Hutbeler, mektuplar
ve İmam Ali’nin (a.s) çeşitli zamanlarda söylediği veya çeşitli
insanlara yazdığı bazı kısa sözler
Hutbeler, 239 hutbeden oluşmakta ve zaman olarak üç bölüme ayrılmaktadır:
Hükümet öncesi
Hilafet dönemi
Hilafet sonrası
Mektuplar, 79 mektuptan oluşmaktadır ve neredeyse tamamı hilafeti döneminde yazdıklarıdır.
Kısa sözler yahut hikmetli kısa sözler, 480 sözden oluşmaktadır.
Nehcü’l
Belağa’nın bazı şerhleri (yorumlamaları) bunlardan ibarettir: Şerh-i
İbn Meysem Bahrani, Şerh-i İbn Ebi’l Hadid-i Mutezili, Şerh-i Muhammed
Abduh, Şerh-i Muhammed Taki Caferi, Nehcü’l Belağa’dan dersler, Hüseyin
Ali Munteziri, Şerh-i Fahri Razi, Minhacu’l Berae, Kutbuddin Ravendi ve
şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Bakır Nevvab Lahicani.[167]
Gureru’l Hikem ve Dureru’l Kelim
Gureru’l
Hikem ve Dureru’l Kelim, beşinci yüzyıl ulemalarından Abdulvahit b.
Muhammed Temimi Amedi tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir.
Gureru’l Hikem kitabında İmam Ali’ye (a.s) ait yaklaşık olarak 10760 söz
bulunmaktadır. Kitap alfabetik sıraya göre bu konular esasına göre
tasarlanmıştır: İmani ve itikadi hadisler, ibadetle ilgili hadisler,
ahlaki hadisler, siyasi hadisler, iktisadi hadisler ve sosyal
hadisler.[168]
Desturu Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem
Desturu
Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem kitabı, Kadı Kudai
tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir. Kendisi dördüncü yüzyılda
yaşamış Şafii mezhebi ulemalarındandır. Ehli Hadis arasında güvenilir
birisidir. Elbette bazıları Kadı Kudai’yi Şii olarak tanıtmıştır.[169]
Desturu Mealimu’l Hikem kitabı, dokuz bölümden oluşmaktadır: İmam
Ali’nin (a.s) faydalı hikmetli sözleri, dünyayı kınaması ve ona temayülü
olmadığına dair sözleri, nasihatler, vasiyet ve nehiyler, kendisine
sorulan sorulara verdiği cevaplar, garip sözleri, nadir sözleri, dua ve
münacatları ve elimize ulaşan şiirleri.[170] İmam Ali’ye (a.s) ait
sözlerin bir araya getirilerek yazılan bazı kitaplar ise şunlardan
ibarettir:
Nesru’l La’li, Ebu Ali Fazıl b. Hasan Tabarsi tarafından yazılmıştır.
Matlub Kullu Talib min Kelami Emire’l Mümin’in Ali b. Ebi Talib aleyhi selam, intihab Cahiz, Şerh-i Reşit Vetvat.
Kalaidu’l Hikem ve Fevaidu’l Kelim, Kadı Ebu Yusuf Yakup b. Süleyman İsfrayani tarafından toplanmıştır.
Emsalu’l İmam Ali b. Ebi Talib, Sıffin Nasr b. Mezahim kitabında İmam Ali’ye (a.s) ait sözler ve mektuplardan oluşmaktadır.
Ashabı
Selmanı
Farisi: Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) en üstün
ashap ve yarenlerindendir. Masum İmamlar(a.s) tarafından hakkında çok
sayıda hadis nakledilmiştir.[171] Örneğin Peygamber Efendimiz'in (s.a.a)
onun hakkında buyurduğu şu hadis-i şerif: “Selman biz
Ehlibeyttendir.”[172]
Malik Eşter Nahai: Malik Eşter diye
bilinen, Malik b. Haris Abd Yağus Nahai. Yemen’de dünyaya geldi. O, İmam
Ali’ye biat eden ilk kişidir. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında
İmam Ali’nin (a.s) komutanlarındandı.[173]
Ebu Zer Gaffari
(Cundeb b. Cenade): Ebu Zer Gaffari diye meşhurdur. Peygambere iman
etmiş[174] ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) vefatından sonra İmam
Ali’nin (a.s) destekçilerinden olmuştur. Ebu Bekir’e biat etmeyen birkaç
kişiden birisidir.[175]
Mikdad b. Amr (Mikdad b. Esved Kindi):
Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) bi’setinin başında O'na iman edip
Müslüman olan ilk yedi kişiden birisidir. Hz. Peygamber'in (s.a.a)
vefatından sonra Mikdad, Ebu Bekir’e biat etmeyenlerden birisi olmuş ve
İmam Ali’nin (a.s) 25 yıllık sessizliği dönemi boyunca her zaman O'nun
yanında yer almıştır.[176]
Kumeyl İbn Ziyad: Allah Resulünün
ashabının tabiinlerinden olan Kumeyl İbn Ziyad Nahai, aynı zamanda İmam
Ali (a.s) ve İmam Hasan’ın (a.s) has yarenlerindendir.[177] O, Hz.
Ali’nin (a.s) hilafetinin ilk günlerinde ona biat etmiş ve İmam Ali’nin
(a.s) savaşlarında düşmanlarına karşı savaşmıştır.[178]
Ammar
Yasir: Hz. Peygambere (s.a.a) iman eden ilk kişilerdendir ve Habeş’e
hicret eden ilk Müslüman kafilesi ile birlikte hicret etmiştir.
Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) Medine’ye hicretinden sonra Ammar da
oraya gitmiştir. Kendisi Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra
Ehlibeyt (a.s) ve İmam Ali’yi (a.s) savunma yolunda sağlam ve ilkeli bir
duruş sergilemiştir. İkinci halife Ömer İbn Hattab’ın hükümeti
döneminde, bir süreliğine Kufe’nin emirliğini yapmış, ancak adil bir
kişiliğe sahip oluşu ve sade yaşamından dolayı bir grup onun görevden
çekilmesi ortamını hazırlamışlardır. Sonra Medine’ye geri dönerek Hz.
Ali’nin (a.s) yanında yer almıştır.[179]
İbn Abbas (Abdullah b.
Abbas): Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) amcaoğludur.
Peygamber'den (s.a.a) çok sayıda hadis nakletmiştir.[180] İbn Abbas
halifelerin döneminde her zaman Hz. Ali’yi (a.s) hilafet makamına layık
görmüş ve İmam Ali’nin (a.s) hükümeti döneminde Cemel, Sıffin ve
Nehrevan savaşlarında İmam'ın (a.s) yardımına koşmuş ve İmam tarafından
Basra valisi olmuştur.[181]
Muhammed İbn Ebu Bekir (Birinci
halifenin oğlu): Hicrî onuncu yılında dünyaya geldi. Kendisi İmam
Ali’nin (a.s) has ashabından idi ve önceki halifelerin Hz. Ali’nin (a.s)
hakkını yediklerine inanmaktaydı. Şöyle diyordu: "Hilafet için Hz.
Ali’den daha layık kimse yoktur."[182] Muhammed, İmam Ali’nin (a.s)
hilafeti döneminde Cemel, Sıffin savaşlarında İmam'ın (a.s) yanında yer
almıştır. Hicrî 36 yılında Ramazan ayında Mısır valisi oldu ve Hicrî 38.
Yılında Safer ayında Muaviye ordusu tarafından öldürüldü.[183]
Meysem-i
Tammar: Meysem Temmar Esedi Kûfi, İmam Ali(a.s), İmam Hasan (a.s) ve
İmam Hüseyin’in (a.s) has ashabından idi. O, “Şortetu’l Hamis”ten
birisiydi. Bu grup, savaşlarda son nefeslerine kadar İmam Ali’nin
yanında yer alarak O'na yardım edeceklerine dair İmam Ali (a.s) ile
ahitleşmişlerdi.[184]
Veysel Karani: Uveys b. Amir Muradi Karani,
zahitliği ile meşhurdur. Kendisi Hz. Peygamber (s.a.a) hayattayken O'na
iman etmiştir.[185] Uveys, İmam Ali’nin (a.s) has yârânlarından idi ve
İmam'a (a.s) biat ederek son nefesine kadar O'nun yanında yer alacağına
ve savaşlarda asla O'na sırtını dönmeyeceğine dair söz vermişti.[186]
Zeyd
b. Suhan: Zeyd b. Suhan Abdi, İmam Ali’nin (a.s) ashabındandı. İmam
Ali’nin (a.s) savaşlarında düşmana karşı savaşmış ve sonunda Cemel
savaşında Nakisin ordusu tarafından öldürülmüştür.[187]
Sa’sae b.
Suhan: Sa’sae b. Suhan Abdi de İmam Ali’nin (a.s) ashabından idi. İmam
Ali’nin (a.s) savaşlarına katılmıştır.[188]Kendisi Osman’ın ölümünden
sonra İmam Ali’ye (a.s) biat eden ilk kişilerden birisidir.[189]
Ayrıca Bakınız
Sahabe
Sahabe’nin Adaleti Teorisi
Sakife
Sakife-i Beni Saide Vakıası
Sakife-i Beni Saide
Altı Kişilik Hilafet Şurası
Gadir-i Hum
Gadir Hutbesi
Kırtas Hadisesi
Ebu Bekir
Ömer
Osman
Dış Bağlantılar
Peygamber Efendimizden Sonra Üç Dört Kişi Dışında Tüm Sahabeler Mürtet Mi Oldu
Ehlibeyt Mektebinde Sahabenin Adaleti Görüşü
Bazı Sahabelerin Peygamber Efendimize İtirazları!
Sizler Bu Münafık Sahabeleri De Mi Adil Biliyorsunuz?”
Şialar, Sahabelere Küfür Ederek Lanet Okumakta mıdır (1)
Şialar, Sahabelere Küfür Ederek Lanet Okumakta mıdır (2)
Şialar, Sünnileri Nasibi Diye Kafir Mi Bilmektedir
Ehli sünnet ve Şia Mezhebine Göre Kimler Kafirdir
Kureyş'in Sakife'deki Rolü, Hz. Ali'nin Sükutu ve Şii Sahabeler
SAKİFE_TOPLANTISI/Dosya
Hz. Ali, neden Hz. Fatıma’yı Ömer ve ötekilerin saldırısına karşı korumadı?!
Hz. Ali, Peygamber Efendimizin vefatından sonra neden hakkını savunmamıştır
“Hz. Fatıma’nın (selamullahi aleyha) Şehadeti Efsane Değildir”
Vahabi – Selefilerin Hz. Fatıma’nın şehadetine yönelik şüphelerine cevaplar
Medine’deki evlerin kapısı var mıydı?
Hz. Ali'nin Kızı Ümmü Gülsüm'le Ömer Evlendi mi?
Ömer, Hz. Ali’nin damadı mıydı? / Hz. Ümmü Gülsüm’ün erken ölmesinin nedeni neydi
Kaynakça
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 15; Ayeti,
Muhammed İbrahim, İslam Peygamberi Tarihi, yeniden gözden geçirme ve
eklemeler Ebu’l Kasım Gürcü, Tahran, Tahran Üniversitesi, 1378, s. 65,
ikinci dipnot.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 19, s. 59; Hâkim Nişaburi, c. 3, s. 14
Yukarı git↑ Hakim Nişaburi, c. 3, s. 14; Meclisi, c. 42, s. 290.
Yukarı git↑ Ahzab/33/33.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 19, 59.
Yukarı git↑ Maide/5/67.
Yukarı git↑ İbn Ebi'l-Hadid, c. 6, s. 8.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 290; İbn Ebi’l Feth, 93; Suyuti,
Celalettin, Tarihi Hülafa, tahkik, Lecennetu mine’l Udeba, dağıtım
Daru’t Teavun Abbas Ahmed el-Baz, Mektebetu’l Mükerreme, s. 189.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 16–17.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, hutbe, 216, s. 248–250.
Yukarı git↑ Şeyh Mufid, el-İrşad, 1413 h.k, c. 1, s. 5.
Yukarı git↑ Şeyh Mufid, el-İrşad, 1413 h.k, c. 1, s. 5.
Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 1, s. 15.
Yukarı git↑ İbn Hişam, Siyeri İbn Hişam, 1383 h.k, c. 1, s. 172 - 173; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf, 1420 h.k, c. 1, s. 31.
Yukarı git↑ Tusi, Misbahu’l Müteheccid, s. 812.
Yukarı git↑ Hatun Abadi, Cennatu'l-Hulud, s. 16, Yakubi, Tarihi Yakubi, 1384 h.k, c. 2, s. 35.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, c. 1, s. 2.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 19, s. 57.
Yukarı git↑ Şeyh Mufid, el-İrşad, 1413 h.k, c. 1, s. 5.
Yukarı git↑ İbn Şehri Aşub, c. 3, s. 321–34.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, c. 1,s 5 (Ehlibeyt kütüphanesinde
mevcut olan CD nüshasından, ikinci nüsha). Şeyh Mufid’in İmam’ın (a.s)
doğum yeri hakkındaki ifadesi şu şekildedir: “Vulide bimekkete fi’l
Beyti’l Haram/Mekke’de Beytellahu’l Haram’da (Kâbe’de) dünyaya geldi.”
Mesudi (ölümü, 346) İmam Ali’nin (a.s) doğum yeri hakkında şöyle
yazmıştır: “Ve kane mevludehu fi’l Kâbe/Kâbe’de dünyaya gelmiştir.”
Mesudi, Murucu’z Zeheb ve Meadinu’l Cevher, c. 2, Kum: Daru’l Hicret
baskısı, 1363 h.ş/1404 h.k/1984 m., s. 349.
Yukarı git↑ Emini, c. 6, s. 21–23.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, c. 1, s. 9 (Ehlibeyt kütüphanesinde mevcut olan CD nüshasından, ikinci nüsha).
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 236; Meclisi, c. 35, s. 118.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, hutbe, 192, s. 222.
Yukarı git↑ Emin, c. 2, s. 13.
Yukarı git↑ Tusi, el-Emali, s. 293; Ayrıca bakınız: Menakıbı Harezmi (Ehlisünnet alimi).
Yukarı git↑ Müstedreku'l-Vesail, c. 18, s. 152.
Yukarı git↑ İbn Kuteybe, el-Maarif, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye, 1407/1987, s. 121.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 21.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, s. 5, (Ehlibeyt kütüphanesinde mevcut olan CD nüshasından, ikinci nüsha).
Yukarı git↑ Meclisi, c. 43, s. 125.
Yukarı git↑ Mufid, Mesaru’ş Şia, s. 17.
Yukarı git↑ Seyyid İbn Tavus, s. 584.
Yukarı git↑ Mesudi, İsbatu’l Vesile, s. 153.
Yukarı git↑ Rey Şehri, c. 1, s. 108.
Yukarı git↑ Yakubi Tarihi'nde bebekken vefat eden Muhsin, İmam Ali'nin
(a.s) Hz. Fatıma'dan olan üç erkek çocuğundan biri olarak
zikredilmiştir: Tarihi Yakubi, c. 2, s. 139.
Yukarı git↑ Rukayye ve Ömer ikiz kardeşlerdi.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, Kum; Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 270–271.
Yukarı git↑ En-Nesai, es-Sünenu'l-Kübra, c. 5, s. 107; İbn Ebi’l Hadid,
Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 15; Ayeti, Muhammed İbrahim, İslam
Peygamberi Tarihi, yeniden gözden geçirme ve eklemeler Ebu’l Kasım
Gürcü, Tahran, Tahran Üniversitesi, 1378, s. 65, ikinci dipnot.
Yukarı git↑ Şerh-i Nehcu’l Belağa, c. 1, s. 30.
Yukarı git↑ İbn Saad, c. 3, s. 24.
Yukarı git↑ Belazuri, c. 1, s. 2883.
Yukarı git↑ Tabari, c. 2, s. 148.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 708–713.
Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 107.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 3, s. 235.
Yukarı git↑ Taberi, c. 2, s. 573–574.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 20, s. 216.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 2, s. 328.
Yukarı git↑ Muslim, c. 15, s. 178–179.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, 128.
Yukarı git↑ Ayeti, Tarihi Peygamberi İslam, s. 459.
Yukarı git↑ Ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, c. 3, s. 689, İsra suresinin 81. ayetinin açıklaması.
Yukarı git↑ Vakidi, c. 3, s. 885.
Yukarı git↑ Ayeti, Tarihi Peygamberi İslam, s. 481; Vakidi, c. 3, s. 902–904.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, c. 1, s. 156; İbn Hişam, c. 4, s. 163.
Yukarı git↑ Kuleyni, c. 1, s. 189; Saduk, el-Hidayet, s. 31; Saduk,
Kemalu’d Din, s. 24; Hilli, c. 1, s. 453; Meclisi, c. 23, s. 89; Feyzi
Kaşani, el-Hakku’l Mubin, s. 4; Tabarsi, Cevamiu’l Cami, c. 1, s. 410;
Cuveyzi, c. 2, s. 158; Tabatabai, c. 4, s. 411.
Yukarı git↑ Kurtubi, c. 6, s. 208; Tabatabai, c. 6, s. 25; Fahri Razi, c. 12, s. 30; Suyuti, ed-Durru’l Mensur, c. 3, s. 98.
Yukarı git↑ Kunduzi, s. 50.
Yukarı git↑ Genci Şafii, s. 205.
Yukarı git↑ Bkz. İbn Mağazili, s. 16; Kuleyni, c. 1, s. 290; Tabarsi,
İhticac, c. 1, s. 73; Ali b. İbrahim, c. 1, s. 173; Reşit Rıza, c. 6, s.
464–465.
Yukarı git↑ İbn Mağazili, s. 24.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, c. 1, s. 186.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, c. 6, s. 8.
Yukarı git↑ Tusi, Telhisu’ş Şafi, c. 3, s. 76; Şehristani, c. 2, s. 95; İbn Kuteybe, c. 2, s. 12.
Yukarı git↑ Halebi, c. 3, s. 400; İbn Ebi’l Hadid, c. 16, s. 316.
Yukarı git↑ İbn Şehri Aşub, c. 1, s. 388.
Yukarı git↑ Pişvai, c. 2, s. 191.
Yukarı git↑ İbn Kuteybe, c. 1, s. 29–30; Meclisi, c. 43, s. 70;
Meclisi, Mir'atu’l Ukul, c. 5, s. 320; Şehristani, c. 1, s. 57.
Yukarı git↑ İbn Kuteybe, c. 1, s. 28.
Yukarı git↑ Suyuti, el-İtkan, c. 1, s. 99; İbn Nedim, s. 41–42; Süleyman, s. 97; Feyzi Kaşani, Tefsiru’s Safi, c. 1, s. 24.
Yukarı git↑ İbn Nedim, s. 41–42.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 89, s. 52.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 3, s. 39.
Yukarı git↑ El-Hakimu’n Nişaburi, el-Müstedrek ale’s Sahiheyn, c. 3, s. 14.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 429.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 427–431.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 92.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 51.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 25.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53.
Yukarı git↑ Mahmudi, c. 1, s. 224; Mufid, İhtisas, s. 151.
Yukarı git↑ Hüseyni Deşti, Seyyid Mustafa, Maarif ve Maarif, c. 7, Tahran, Müessese Ferhengi Areye, 1379, s. 457.
Yukarı git↑ Mesudi, İsbatu’l Vasiyye, s. 158.
Yukarı git↑ Tabari, c. 3, cüz, 6, s. 90.
Yukarı git↑ İbrahim b. Muhammed, c. 2, s. 45.
Yukarı git↑ Kummi, c. 2, s. 167.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 45.
Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 3, s. 318.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hikmetli sözler, 37.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 587.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 575.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 569.
Yukarı git↑ Zakiri, s. 67.
Yukarı git↑ Zubeydi, c. 3, s. 273.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 534.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 453.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 453.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, hutbe, 174, s. 180.
Yukarı git↑ Tabari, c. 6, s. 3096; Şehidi’nin nakli ile Ali’nin dilinden Ali, s. 84–85.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 451, 544 ve c. 5, s. 150; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 82–83 ve 108.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 454.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 507.
Yukarı git↑ İskafi, c. 1, s. 60.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 511; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 104.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 104.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 183.
Yukarı git↑ Taberi, c. 4, s. 510; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 108.
Yukarı git↑ Cevheri, c. 3, s. 1152.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 188; Halife, s. 191.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali kitabından telhis, s. 113–121.
Yukarı git↑ El-Miyar ve’l Muvazine, s. 162; Şehidi’den naklen, Ali’nin dilinden Ali, s. 122.
Yukarı git↑ İbn Mezahim, s. 490.
Yukarı git↑ İbn A’sem, c. 3, s. 163.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 129.
Yukarı git↑ Eş-Şehristani, el-Milel ve’n Nihel, tahric; Muhammed b.
Fethullah Bedran, Kahire, et-Tabu’s Sani, el-Kısmu’l Evvel, s. 106–107.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 132.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 133–134.
Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, Kum, Neşr Maarif, 1391, s. 53–54.
Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, s. 55.
Yukarı git↑ El-Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-İrşad, Kum, Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 27–28.
Yukarı git↑ Abdulkerim b. Ahmed b. Tavus, Ferhetu’l Gara, s. 93;
Meclisi, Bihar, c. 42, s. 222; Mukaddesi, Yadullah’tan naklen, Baz
Pejuhi tarih veladet ve şahadeti Masuman (a.s), Kum, İslami Kültür ve
Bilimler Araştırması, 1391, s. 239–240.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 36, s. 5.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 290.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, mektup, 47, s. 320–321.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 338; Kutbu Ravendi, el-Haraicu ve’l Ceraih, c. 1, s. 234; Mufid, İrşad, c. 1, s. 10.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, s. 13.
Yukarı git↑ Genci Şafii, s. 231; Heysemi, s. 76; Kunduzi, s. 126.
Yukarı git↑ Suyuti, ed-Durru’l Mensur, 61. Ayetin açıklaması,
Zamahşeri, Al-i İmran Suresi 61. Ayetin açıklaması, Tabarsi, Mecmeu’l
Beyan, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması, Tabatabai, Al-i İmran
Suresi, 61. Ayetin açıklaması.
Yukarı git↑ İbn Babeveyh, c. 2, s. 403; Seyyid Kutub, c. 6, s. 586; Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, c. 8, s. 559.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 23, s. 233.
Yukarı git↑ Emini, c. 3, s. 191–213.
Yukarı git↑ Hâkim Nişaburi, c. 3, s. 136.
Yukarı git↑ Ahmed Hambel, c. 5, s. 26.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 480.
Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 72; Meclisi, c. 19, s. 59.
Yukarı git↑ Fahri Razi, c. 5, s. 223; Hâkim Hasakani, c. 1, s. 96; Ali b. İbrahim, s. 61; Tabatabai, c. 2, s. 150.
Yukarı git↑ İbn Abdulbirr, el-İstiyab, el-Emin’in nakli ile A’yanu’ş
Şia, Beyrut, Daru’t Tearif Lilmetbuat, 1418 k/1998 m. C. 2, s. 27.
Yukarı git↑ Emini, c. 3, s. 140; Şuşteri, İhkaku’l Hak, c. 5, s. 522.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 4, s. 545.
Yukarı git↑ Taberi, c. 6, cüz, 10; İbn Hişam, c. 4, s. 188–190.
Yukarı git↑ Bahrani, bap, 390.
Yukarı git↑ Mutakki Hindi, c. 6, s. 155.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 16–17; İbn
Ebi’l Hadid’e ait cümlelerin bu bölümdeki tercümesi Seyyid Mustafa
Hüseyni Deşti’nin eseri olan “Maarif ve Maarif” kitabının Ali b. Ebu
Talib maddesinden yararlanılmıştır.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 18.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 21–22.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 22–24.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 25.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20–21.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 27.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 26.
Yukarı git↑ Zamiri, s. 365–367.
Yukarı git↑ Zamiri, s. 375.
Yukarı git↑ Nuri, c. 3, s. 367.
Yukarı git↑ Kadı Kudai, kitabın mukaddimesi.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 22, s. 343.
Yukarı git↑ Saduk, Uyunu Ahbari er-Rıza, c. 1, s. 70.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Muhammed Deşti, s. 565.
Yukarı git↑ İbn Saad, c. 4, s. 224.
Yukarı git↑ Dairetu’l Maarif Teşeyyü, c. 1, Ebu Zer maddesi.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 1, s. 524.
Yukarı git↑ Kutbu Ravendi, Minhacu’l Berae, c. 21, s. 219; Mufid, İhtisas, s. 7.
Yukarı git↑ Mufid, İhtisas, s. 108.
Yukarı git↑ Kumpani, s. 412.
Yukarı git↑ Mufid, Emali, s. 140.
Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 265; İbn Mezahim, s. 410; İbn Ebi’l Hadid, c. 2, s. 273 ve c. 6, s. 293.
Yukarı git↑ Şuşteri, Kamusu’r Rical, c. 7, s. 495.
Yukarı git↑ İbrahim b. Muhammed, c. 1, s. 224 ve 285; Zerkuli, c. 6, s. 220.
Yukarı git↑ Berki, s. 3.
Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 1, s. 179.
Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 59.
Yukarı git↑ Şuşteri, Mecalisu’l Muminin, c. 1, s. 289.
Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 3, s. 20.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 179.
17 Eylül 2023 - 14:39
News ID: 1394060

Müslümanların emiri, önderi, komutanı ve lideri manasına gelen Emirelmuminin lakabı, Şiaların inancına göre İmam Ali'ye (a.s) özgü bir lakaptır.