19 Ekim 2013 - 20:30
Okumamış cahil komutan, insanların başlarının kesilme fetvasını veriyor

Ebu Malik’le birlikte müttefik bir örgüt olan Irak ve Şam İslam Devleti örgütüne bağlı bir grubun yanına gittik. Örgütün lideri “Ebu’l Quaqa” diye birisiyedi. Kendisiyle konuştuğumuz sırada cep telefonundan kaydettiği bir video görüntüsünü izlememi istedi. Video görüntüsünde Ebu’l Quaqa kendi değimiyle kafir!! Birisinin başını kesiyordu. Dedim ki: Bunu neden öldürdün? Dedi ki: Nusayri kafiri idi!! Dedim ki: Sizinle savaş halinde miydi? Sizlerden birilerini mi öldürdü? Dedi ki: Hayır, ancak devlet taraftarıydı!! Dedim ki: Eğer birisi devlet taraftarı ise velev sizinle savaş halinde bile olmazsa onun öldürülmesi caiz olur mu? Dedi ki: Nusayri olması (onun öldürülmesi için) yeterlidir!!

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Ebu Malik’e dedim ki[1]: “Bahsimize geçmeden önce bir takım temel konuları konuşalım. Resulullah (salallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurmaktadır: ‘Her kim bir mümini tekfir ederse, kendisi kafirdir.’ Efendimizin bu cümlesinde bir insan tekfir edilmeden önce kesinlikle duraksamak ve teamül edilmesi için ciddi bir uyarı vardır. Buna ek olarak El Ezher Üniversitesinde İslam İlimleri bölümünde elde ettiğim malumatlara göre Kur’an ve hadislerde zikredilen “kafir” kelimesi genel olarak dinden çıkmak anlamına gelmemektedir. Bilakis buradaki kafir ve küfür kelimesi birkaç anlama gelmektedir. Bazı kafir ve küfür sözcükleri asli anlamından aşağı merhalesinde kullanılmaktadır. Örneğin Peygamber efendimiz (salallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurmaktadır: “Zina eden şahıs, zina ettiği esnada mümin değildir.” Halbuki zinanın insanı dinden çıkarmadığını biliyoruz, bilakis günah sayılmaktadır. Öyleyse buradaki mümin değildirden maksat o esnada imanının tam olmadığı anlamındadır. Veya örneğin Resulullah (salallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurmaktadır: “Bizim ve sizin aranızdaki ahit namazdır. Her kim onu terk ederse kafir olur.” Veya şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’tan başkasına yemin ederse, şirk koşmuş olur.” Tüm bunların hepsi (büyük İslam alimlerinin de dediği ve bu şekilde anlam verdiği gibi) insanın dinden çıkmasını sağlamayan asli küfürden daha düşük anlamdaki küfürdür. Örneğin Buhari kendi sahihinde (Ehli sünnetin en önemli hadis kitabı) “Küfr dune kufr” yani “küfürden aşağı küfür” adında bir bab açmıştır. Bu küfre “günah küfrü” derler ve “akidevi küfür”den farklıdır ve insanın dinden çıkmasına neden olmaz. Bu günah küfrüne, insanı uyarmak ve sınırları aşarak (yavaş yavaş bu günahlarla içli dışlı olarak) asıl itikadi küfre düşmemeleri için uyarı maksadıyla küfür adını koymuşlardır. Çünkü bu günahlar, eğer insan düşüncelerini bu konuda odaklandırmazsa büyük küfre düşmeye neden olur.”

Yine dedim ki: “Tefsir alimleri demişlerdir ki ‘Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir. (Maide, 44)’ ayetindeki küfürden maksat, hem insanı dinden çıkaran küfür değildir hem de akidevi küfürden aşağıdaki küfürdür.

Burada Ebu Malik sözümü keserek şunları söyledi: “Ancak eğer kişi, beşeri yasa ve kanunların ilahi yasa ve kanunlardan (şeriattan) daha üstün olduğuna inanıyorsa, işte bu açık bir küfürdür.”

Dedim ki: Doğrudur bende bu sözü kabul ediyorum, ancak sen şahsın inanç ve akidesini nereden anlayabilirsin? Halbuki inanç ve itikat kalp ve akılda kabul edilen içsel bir şeydir. Sen karşı tarafın kalbinin hakikatinden nasıl haberdar olabilirsin ki? Ayrıca hatta eğer senin dediğin gibi bile olsa, bu ulema ve alimler arasında ihtilaflı bir konudur. Dolayısıyla bir insanı tekfir etmek caiz değildir, meğer insan katiyi sübut ve delaletle (şeriatta tam olarak sabit olan ve anlamı tam olarak açık ve ihtilafsız) bir konuya muhalefet ederse. Hz. Peygamber efendimiz (salallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurmuştur: “Her kim la ilahe illallah derse cennete girecektir.” Öyleyse kişinin la ilahe illallah demesi küfürden masun olmasını gerekli kılmamakta mıdır? Özellikle insanların geneli, avamdır ve dinin tefekkürü ve ayrıntılarından haberdar değildir.

Ebu Malik’e dönerek ikinci olarak Allah’ın dininin yeryüzünde ikame edilmesi için benim inancıma göre en üstün yol şiddet yolu değildir, çünkü Peygamber efendimizin üç yıl boyunca Mekke’de gizli davetle meşgul olduğunu biliyoruz. Ve yalnızca Kureyş’le savaş yapmıştır. Sonra Medine’ye hicret etmiş ve Kureyş onunla savaşa koyulmuştur. Çünkü şiddet yalnızca şiddeti doğurur. Buna ilave olarak İslam’a düşmanlık ortamını oluşturur ve insanların dilinde Müslümanların terörist olduğu söylentisi dolaşır. İnsanları Müslümanlardan korkutur ve bu hesaba göre zararı yararından daha çoktur. İslam’da savaş ve cihat insanın kendisini koruması, sömürgecilerin kovulması, diktatörlerle savaşmak için caizdir. Ancak Allah’ın dininin yolu davet, talim, insanları ikna, barışçı yollardan istifade etmek ve seçme hakkıyla olur.

Ebu Malik gülerek yerinden kalktı ve ağaçların arasında yürümeye başladı. Bir taşı alarak önümüzdeki suyun içine fırlattı. Sonra sinirli bir tonda şöyle dedi: “Ey gazeteci! Uyku ve hayalden dışarı çık. İslamcılara izin vereceklerini mi sanıyorsun? Barışçı yollardan mücadele edilirse ve o şekilde güç elde edilerek ortamın değiştirileceğine mi inanıyorsun? Gözünün önünde iki basit örnek duruyor. Birincisi Cezayir’de 1990 yılında gerçekleşen seçimler (İslamcılar bu seçimlerde zafer kazanmış, ancak devlet darbe yaparak sonuçları kabul etmemişti) ve ikincisi şu anda Mısır’da yaşananlar. İslamcılara yalnızca seçimlere katılmalarına izin veriyorlar, ancak eğer sonuçları istediklerinin dışında gerçekleşirse İslamcıların aleyhinde mücadeleye başlıyor ve onları oradan indirerek hapislere atıyorlar. Tüm dünya İslamcıların aleyhinedir. Durumun değiştirilmesi asla mümkün olmayacaktır, ancak söylediklerinin yanında gücünde olmalı. Çünkü demişlerdir ki hak kılıçla himaye edilir[2].

Irak ve Şam İslam Devleti Örgütünün Arasındayım

O günün sabahı, Ebu Malik beni kendisiyle birlikte bir yere götürdü. Siyah elbiseli bazı savaşçılar eğitim yapıyorlardı. Ebu Malik o gençlerden birisini göstererek: “Bu genç Suriye ordusundan ayrıldı” dedi. Başka bir genci göstererek: “Bu Irak’ta savaşanlardan birisi,[3] o diğeri Afganistan’da savaşmış. Gördüğün bunların hepsi dünya ve içindekileri terk ederek bir amaç uğruna buraya gelmişlerdir. O da yüce kelimetullah’ı yeryüzünde hakim kılmak içindir! Dedi.[4]

Ebu Malik’le birleşik olan başka bir müttefik savaşçı grubun yanına doğru gittik. Ancak bu grup Irak ve Şam İslam Devleti örgütüne bağlı bir grup. Bu örgütün emiri olan “Ebu’l Quaqa” diye seslenilen komutanın yanına gittik. Kendisiyle konuştuğumuz sırada cep telefonunu çıkararak bana gösterdi. Benden kaydettiği bir video görüntüsünü izlememi istedi. Video görüntüsünde Ebu’l Quaqa kendi değimiyle kafir!! Birisinin başını kesiyordu.  

Dedim ki: Bunu ne zaman öldürdün?

Dedi ki: Üç gün önce öldürdüm.

Dedim ki: Neden öldürdün?

Dedi ki: Nusayri kafiri idi!! (Tekfiri örgütler, Şialara Rafızi, Alevilere ise Nusayri demektedirler. Bazen de her ikisine birden Rafızi demektedirler.) 

Dedim ki: Sizinle savaş halinde miydi? Sizlerden birilerini mi öldürdü?

Dedi ki: Hayır, ancak devlet taraftarıydı!!

Dedim ki: Eğer birisi devlet taraftarı ise velev sizinle savaş halinde bile olmazsa onun öldürülmesi caiz olur mu?

Dedi ki: Nusayri olması (onun öldürülmesi için) yeterlidir!!

Dedim ki: Eğer birisinin dini sizden farklı ise veya sizinle aynı düşünmüyorsa öldürülmesi mi icap eder? 

Dedi ki: Her kim bu düzeni (Suriye devletini kast ediyor) teyit ediyorsa ve tüm Alevi, Şia ve Hıristiyanlar kafirdirler ve öldürülmeleri farzdır!!

Dedim ki: Sizinle birkaç dakika sakince konuşabilir miyiz?

Dedi ki: Olur, konuşalım.

Dedim ki: Sen bu örgün emiri ve üç gün önce bir insanın öldürülme fetvasını vermişsin. Sen fetva vermek için din işlerinde alim olunması gerektiğini bilmiyor musun?

Dedi ki: Ben öyleyim zaten.

Dedim ki: İnsanın taklit makamından çıkması için İslami ilimleri tam olarak okuması ve ona tam anlamıyla hakim olması gerekmektedir. Ayrıca bu ilimlere hakim olmak insanın “müçtehit” olması için yeterli değildir, bilakis onu başka ulemaları taklit etme makamından çıkarması da gerekmektedir. Çünkü içtihadın kendisine has bazı koşulları da vardır. Bir insan müçtehit olmak istiyorsa ömrünü bu ilimleri araştırarak ve inceleyerek geçirmesi gerekmektedir. Şimdi siz bu ilimleri biliyor musunuz?

Dedi ki: Evet, hadis ilmi, akaid ve fıkıh biliyorum.

Dedim ki: Hayır, benim kastım mesela usul-u fıkıh ilmidir. Çünkü usul-u fıkıh ilmi bize Kur’an ve sünnetten hükümleri çıkarma yol ve kurallarını öğretmektedir. Onun dışında Arap diliyle ilintili ilimlerdir (meani, beyan, lügat…) çünkü Kur’an Arap dilinde nazil olmuştur. Örneğin bazı ayetler hakiki anlamlarından mecazi anlamlarına geçmiş veya bazen emir soru anlamında kullanılmıştır… üçüncü ilim ise hadis usulü ilimleridir. Onunla hadisin nakli ve metninin sıhhatini öğreniriz.

Sonra dedim ki: Ey Ebu’l Quaqa! sen bu ilimleri okudun mu?

Dedi ki: Evet.

Dedim ki: Usul-u Fıkıh ilminde temel konulardan birisi kıyastır. Kıyas bahsinin ana ekseni, illettir. Bana illet ile sebebin arasındaki farkı söyleyebilir misin?

İllet ve sebep arasındaki farkı anlatmak için yoğun bir çaba içine girdi, ancak doğru cevap veremedi. Elbette ben doğru söylemiş gibi davrandım. Çünkü sinirleneceğinden ve onu örgütünün önünde küçük düşürmeye çalıştığımı düşüneceğinden korktum.

Daha sonra ona hadis ilimlerinde olan maktu’ hadisle munkati’ hadis arasındaki farkı sordum. Bu konu hakkında bir şey bilmiyordu. Arap grameri ile ilgili birkaç şey daha sordum, ama anladım ki Arap gramerindeki çok basit bazı şeylerden bile haberdar değil.

Bu lahzalarda durmadan Ebu Malik’in yüzüne bakıyordum. İçimden Ebu’l Quaqa o adamın başını kemeden önce keşke üç gün kendisiyle görüşseydim diye geçiriyordum. Belki o insanın hayatını kurtarabilirdim diye düşünüyordum.

Ebu’l Quaqa’dan hangi dini medresede eğitim aldığını sordum. Dediğine göre kendisi alimlerden direk olarak ders almış hiçbir medreseye ve üniversiteye gidip din dersi almamış!

Yavaş yavaş Ebu’l Quaqa’yı sinirlendirdiğimi hissetmeye başladım ve vedalaşarak yanından kalktım.

Dönüş yolunda şaşkınlık içinde Ebu Malik’e dönerek dedim ki: Ebu Malik! Bu şekilde ölüm fetvaları yayınlamak ne kadar doğrudur?

Ebu Malik bana radikal örgütler arasında muhaliflerin öldürülmesi konusunun Nusra Cephesi içindeki çeşitli gruplar arasında ve Nusra Cephesi ile Irak ve Şam İslam Devleti arsındaki temel ihtilaf konularından biri olduğunu açıkladı.

Dedim ki: Ey Ebu Malik! Bu adam öldürmektir (cinayettir). Bir insanın yaşamını elinden almak ve dinin hakkında uyarılarda bulunduğu en tehlikeli konulardandır. Müslümanların ve İslam’ın kötülenmesine ve karalanmasına neden olmaktadır. Görüldüğü gibi Ebu’l Quaqa’nın başını kestiği şahsın sizinle savaş halinde olduğu da sabit değildir.

Tekfiri Gruplar Açısından Sivillerin Öldürülmesinin Hükmü

Sivillerin öldürülme konusuna girdik.

Dedim ki: “Acaba sivillerin bombalama eylemlerinde öldürülmesi caiz midir?

Ebu Malik dedi ki: Yarın bu sorunun cevabını vereceğim.

Bir gün sonra gece 23 sıralarında Ebu Malik beni evine götürdü. Bilgisayarını açtı. Sitlerinde yer alan birkaç klipi bana gösterdi. O kliplerde Nusra Cephesi (sözde) bazı operasyonlarını sırf siviller var diye iptal etmiş!![5]

Ebu Malik dedi ki sivillerden kadınlar, çocuklar ve yaşlılar zorunlu olmadıkça öldürülmüyor!!

Dedim ki: Tüm Nusra Cephesi örgütü bu şekilde mi düşünüyor?

Dedi ki: Maalesef hayır. Bazı gruplar ve Irak ve Şam İslam Devletine yakın bazı Nusra Cephesi grupları, operasyon sırasında sivillerin öldürülmesinin caiz olduğuna dair fetvalar vermektedirler. Ancak bunlar Nusra Cephesinde azdır!![6] Çoğu Irak ve Şam İslam Devletine katıldılar.

Dedim ki: Şam’da gerçekleştirilen (ve çok sayıda sivil insanın ölümüyle sonuçlanan) bombalama eylemleri hakkında ne diyeceksin?

Ebu Malik Suriye devletini sorumlu tutmaya çalışsa da Nusra Cephesine veya Irak ve Şam İslam Devletine bağlı bazı grupların da gerçekleştirmiş olabileceğini inkar etmedi.[7] Dedi ki: Her ne olursa olsun önceden de dediğim gibi onlar kendi içtihatlarına[8] göre amel etmişlerdir. El Kaide içindeki grupların arasındaki ihtilaflar konusunu konuştuğumuz zaman bunu daha detaylı konuşuruz.

Dedim ki: Yani diyorsun ki El Kaide içinde farklı birkaç akım mı bulunmakta?

Dedi ki: Evet, kesinlikle.

Bu konu benim için oldukça ilginçti ve ondan bana bu ihtilafları özellikle onlarla (Nusra Cephesi) Irak ve Şam İslam Devleti arasındaki ihtilafları anlatmasını istedim…

Yarın üçüncü bölümünü yayınlayacağız… --------------------------------------------------------------------------------[1] - Burada bu noktanın özellikle altını çizmek istiyoruz ki hiç kimse ben ve biz kötüyüz demez. Her zaman kendilerini haklı gösterir ve karşı tarafı suçlarlar. Bu kaide genel olarak her yerde geçerlidir. Özellikle insanları her şekilde katleden, acımadan başını kesen, çoluk çocuk demeden kimyasal silahlarla halkı katleden insanların sözlerinin ne kadar sağlıklı olacağı tartışmalıdır. Burada Ebu Malik adlı sözde komutan kendilerini ne kadar temize de çekmeye çalışsa çirkeflikleri tüm sözlerinde net olarak ortaya çıkmaktadır. 

[2]- Bu silah ve bombaları nereden alıyorsunuz? Size kimler eğitim veriyor? Yiyecek, içecek erzak ihtiyaçlarını nereden karışlıyorsunuz? Aileniz yok mu, eğer varsa onlara kimler ve hangi parayla bakıyorlar? Şimdiye kadar Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Somali’de kaç kafiri öldürdünüz? Bunların içinde Amerikalı ve İsrailliler var mıdır? Eğer öldürdüyseniz bunlar siviller ve turistler miydi, yoksa amaçları İslam’la mücadele etmek olan istihbaratçı İsrail ve Amerikalılar mıydı? Şu ana kadar İslam ve Müslümanların bir numaralı düşmanları olan Amerika, İsrail ve NATO karşıtı kaç fetva yayınladınız ve onlardan kimleri katlettiniz? Suriye’de size eğitim veren, silah veren, lojistik destek veren, istihbarat sağlayanların başında Amerika ve İsrail gelmiyor mu? Onların en modern silahlarını kullanmıyor musunuz? Şu ana kadar yeryüzünde kaç bin ŞİA ve size karşı çıkan Sünni Müslümanı katlettiniz? Sizler İslam’ın temel kaidelerini biliyor musunuz? Hangi medreselerde hangi dersleri okudunuz? Sizler İslam ve Müslümanların yüzkarası değil misiniz?.. Bu gibi dinden nasibini almamış aklını kullanamayan ferasetten yoksun ahmak sözde Müslümanlara bunun gibi yüzlerce soru sorulabilir. 

[3] - Irak’ta Şialara ait cami, mescit ve Pazar yerlerini bombalayarak tecrübe kazanmış!

[4] - Suriye’de mazlum, savunmasız insanları katlederek, bir Müslüman ülkenin tüm değerlerini yerle bir ederek mi?

[5] - Bunca sivil katliamlarını kendileri yapmamış gibi.

[6] - Şia köy ve kasabalarını basarak masum sivillerin başlarını keserek Kuseyr’in intikamını aldık diyenler Nusra Cephesi değilmiş gibi konuşuyor!!

[7] - Şam ve diğer şehirlerde gerçekleştirilen bombalı saldırıların bir çoğunu Nusra Cephesi resmen üstlenmişti!!

[8] - Sahabelerin yaptıkları onlarca hata ve yanlış içinde onlar içtihat yapmışlardır diyerek onların günahlarına ortak oldukları gibi…

Röportajın birinci ve üçüncü bölümü:

Nusra Cephesinin Baş Kesmesi Nadirdir, ancak genel olarak bunu yapmaktadır!