Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- İslam kültüründe önemli şeylerden biri ki İslam'ın ilk yıllarında ve azda olsa zaman içinde (sadr-ı İslam'da daha çok) açık mısdakları vardır, savaş ve cihattır. Cihad da sadece savaş meydanında yapılan cihad değildir. İçinde çaba ve düşmanla karşılaşma olan her şey cihattır. İyi dikkat edin.
Bazen mümkündür bir işi yapsınlar, zahmet de çeksinler; desinler ‘biz cihad ediyoruz'. Hayır, cihad, bir şartı şudur ki; düşman karşısında olmalıdır. Şimdi ya silahlı savaştır ve bu savaşlı cihattır ya da siyaset alanıdır, bu siyasi cihattır. Bazen de kültürel meseleler alanıdır, bu da kültürel cihattır. Bazen yapı alanındadır ve bu yapı cihadıdır.
Birinci şart şudur ki onda çaba olmalı, gayret olmalı.
İkinci şart; düşman karşısında olmalıdır. İslami kültürde bu önemli bir konudur.
Arz ettiğimiz gibi muhtelif alanlarda örnekleri var.
Bugün de İmam Humeyni'nin (r.a) ve yoldaşlarının 1341 yılında Pehlevi rejimine karşı mücadele çağrısı yapmasından itibaren bu cihad başladı.
Ondan önce de vardı ama dağınık ve yetersizdi, önemi azdı. Bu mücadelenin başlamasından itibaren önem kazandı. Böylece bu cihadın yani inkılabın zaferine kadar ulaştı. Ondan sonra da bu ülkede devamlı ve bugüne kadar cihad oldu.
Çünkü bizim düşmanımız var. Çünkü bizim düşmanlarımız maddi açıdan güçlüler. Çünkü etrafımızı düşmanlar her taraftan sardılar. Ciddi olarak düşmanlık içindeler. İslami İran'la düşmanlık konusunda şaka yapmıyorlar.
Hangi yolla olursa olsun darbe vurmak istedikleri için, İslami İran'da kim ,her ne şekilde etraftan zehirli okları bu inkılabın ve İslami ülkenin bedenine nişan almış düşmanların karşısında durur ve mücadele ederse, Allah yolunda cihad etmiştir.
Allah'a hamd olsun cihad ateşi yanmıştır, vardır ve olacaktır.
Evet, bu cihatlardan biri de fikri cihattır. Yani düşmanın bizi gafil avlaması, fikrimizi saptırması, hata ve yanlışa duçar etmesi mümkün olduğu için, kim halkın fikrinin aydınlanması için çaba gösterirse, bir sapkınlığı önlerse, bir yanlış anlamayı engellerse, düşman karşısında yaptığı bir cihattır. Bu günümüzde en önemli cihatlardan biri sayılır.
Öyleyse azizlerim! Ülkemiz bugün cihad üssüdür. Bu açıdan bir üzüntümüz yok.
Hamd olsun ülke yöneticileri iyi insanlar. Ülkenin başında mümin, mücahit , bilinçli ve samimi şahsiyetler var şu an. Bunlara dikkatinizi çekerim. Cumhurbaşkanımız Haşimi Rafsancani gibi mücadeleci bir şahsiyet ki ömrünü mücadeleyle geçirmiş ve şimdi de gece gündüz cihad ediyor. Diğer yöneticiler, muhtelif bölümler, meclis, yargı erki, silahlı kuvvetler, millet, memleket Allah yolunda cihattadır.
Bu açıdan yükümün ağırlığının çoğu; cihad ateşinin nerede zayıfladığını görmek ve Allah'ın yardımıyla nerede yanlış yapıldığını tespit edip önünü almak olan bendeniz, nitekim bu hakirin asli görevidir.
Ben ülkenin şu anki makamlarından dolayı bir endişe taşımıyorum. Bunu biliniz.
Yalnız Kuran'da bir şey var; ki bu bizi düşünmeye itiyor. Kuran bize geçmiş tarihten ders alın diyor. Şimdi bazıları oturup felsefe yapabilirler. Şöyle ki geçmiş bugün için bir örnek olamaz ve bunun gibi laflar. Defalarca söyledim bunları felsefi metotlarla kendi akıllarınca yutturmak istiyorlar. Yapamazlar. Onların yaptıklarıyla işimiz olmaz.
Tasdiklenmiş doğru olan Kuran, bizi tarihten ibret almaya davet ediyor. Tarihten ibret alma yani şimdi arz ettiğim endişedir. Çünkü tarihte ibret almak istediğimizde endişe taşımamız gereken bir şey var. Endişe taşımamız gerek. Bu endişe geleceğe aittir.
Neden peki? Bu endişe ne için? Ne olmuştur ki? Yaşanan olay sadr-ı İslam'dadır.
Ben bir ara arz ettim. Müslümanların düşünmesi gerekir. Neden Peygamberin vefatından 50 sene sonra İslam ülkesi öyle bir duruma geldi ki, aynı Müslüman halk, vezirinden tutun, emirine, serdarına, âlimine, gazisine, karisine, hayduduna kadar Kufe ve Kerbela'da toplanıp aynı Peygamberin ciğerparesini o feci şekliyle katlettiler?
Evet, insan düşünmelidir. Niçin böyle oldu?
Bunu ben birkaç sene önce bazı sohbetlerimde arz etmiştim. Aşura'nın ibretleri adı altında. Aşura'nın dersleri ayrı, cesaret dersi, bunun gibi dersler.
Aşura'nın derslerinden en önemlisi Aşura'nın ibretleridir. Bunu ben daha önce söyledim.
İş o hadde varıyor ki halkın gözü önünde Allah Resulünün ailesini sokaklarda sürüklüyorlar ve bunlara “Harici” töhmeti vuruyorlar. Haricinin anlamı şu değil ki bunlar yabancı ülkeden gelmişler. Harici bugünün anlamında kullanılmıyor.
İslam kültüründe eğer bir adil imam aleyhine başkaldırılırsa ve kıyam edilirse Allah'ın, Resulünün ve müminlerin laneti onun üzerinedir. Harici işte bu demektir. Yani adil bir imamın aleyhine kıyam eden kimse.
Dolayısıyla o gün bütün halk haricileri sevmiyordu. Kim bir adil imamın aleyhine kalkışmada bulunursa onun kanı hederdir. İnsanların kanına bu kadar önem veren İslam, böylesi birinin kanını heder sayıyor. Bunlar; Peygamberin, Ali'nin Fatıma'nın oğlunu, adil bir imama karşı ayaklanan kimse diye tanıdılar.
Peki o adil imam kim?
Muaviye'nin oğlu Yezit.
Öyle tanıttılar ve kabul gördü. Onlar zalim hükümetin parçalarıydı ve istediklerini söyleyebilirlerdi. Ama halk buna niçin inansın? Halk neden sessiz kalsın?Beni endişeye sevk eden işte budur.
Ben diyorum ki; ne oldu da iş bu hadde vardı? Ne oldu da İslami hükümlerin ayrıntılarına ve Kuran ayetlerine dikkat eden İslam ümmeti, böylesi açık bir hadisede bu kadar gaflet, uyuşukluk ve kolay inanmaya duçar oldu? Ve sonuçta böylesi bir facianın yaşanmasına sebep oldu?
Evet, bu insanı üzer.
Bizler Peygamber ve Emirel Müminin döneminin toplumundan daha mı sağlamız? Ne yapalım da öyle olmasın?
Evet, şu da var ki, ne oldu sorusuna kimse cevap vermedi. Cevabı bende mevcut. Demek istediğim kimse bu konuda sohbet etmemiş. Olsa da yeterli değil. Şimdi ben bu konuda kısa bir sohbette bulunacağım. Yalnız kısa, olayın aslına nispet kısa olacak. Konuyu başlıklar halinde sizlere aktaracağım, sonrasında kendiniz bu olay üzerinde düşünesiniz.
Düşünce, mütalaa ehli olan kimseler bu konuları araştırsınlar, amel ehli olanlar da bunun önü nasıl alınır,bu çözümlesinler. Eğer bugün ben ve sen bu olayın önünü almazsak, 50 sene sonra da mümkün olabilir, 5 sene sonra da 10 yıl sonra da. Bir anda görürsünüz ki toplumumuzun durumu bu hale geldi. Şaşırmayın.
Keskin gözlerin işlerin derinliğini görmesi ,güvenilir bir gözcü yolu gösterir, fikir sahibi halk işi yönlendirir ve sağlam iradeler bu hareketin destekçisi olursa. O zaman elbette sağlam bir destekçi olacak. Sağlam bir kale olacak. Kimse nüfuz edemeyecek. Yoksa eğer bırakırsak öylece önceki durum yaşanır, bu kanların hepsi heder olur. O zaman iş öyle bir yere vardı ki, Bedir savaşında Emirel Müminin Ali (a.s), Hamza ve diğer İslam serdarlarının eliyle cehennem gönderilenlerin çocukları, torunları; Peygamberin makamına oturdu (Yezid),
Peygamberin ciğerparesinin başını koydu önüne,heyzeran çubuğuyla onun (İmam Hüseyin) dudağına, mübarek dişine vurup şöyle dedi: “Kalksınlar Bedir'de ölenlerimiz ve görsünler biz onları öldürenlere ne yaptık”
Böyle oldu.
İşte burada Kuran diyor ki ‘ibret alın' , tarih ülkesinde gezinin ve görün neler olmuş ve kendinizi koruyun.
Ben şimdi bu mananın ülkenin mevcut kültüründe fikir adamları vesilesiyle harekete geçirilip yola koyulması için bugün burada kısa bir konuşma yapacağım.
Bakınız azizlerim! şu an her ülkede, her şehirde, her toplumda baktığınız beşeri toplum, bir taksimle ikiye ayrılırlar:
Bir kısmı fikir, bilinç, akıl ve kararlılıkla iş yaparlar. Bir yolu tanırlar ve o yolun peşinden giderler.Yolun iyi yahut kötü olmasına bakmayalım. Bir kısmı bunlardır. Bunlara seçkinler (Havas) denir.
Diğer bir kısım insanlar da; hangi yolun doğru veya yanlış olduğunu ölçüp biçmeyenler, tahlil etmeyenlerdir. Ortama göre hareket ederler. Bunlara da avam denir.
Demek ki toplumu seçkinler ve avama ayırabiliriz.
Şimdi dikkat edin, ben bu seçkinler ve avam hakkında bir nükteyi söyleyeyim ki yanlışa düşülmesin. Bu seçkinler kimlerdir? Acaba özel bir sınıf mıdır? Hayır. Bu seçkinler dediklerimizin içinde bilgili insanlar da var, bilgisiz insanlar da. Bazen insan okuryazar olmaz ama seçkinlerden olur. Ne yaptığını biliyor. Teşhis ve kararlılıkla amel eder. Hatta okur yazarlığı bile yoktur,bir eğitim almamıştır. Diploması yoktur, alim elbisesi giymemiştir. Fakat anlıyor olayın ne olduğunu.
Biz inkılap döneminde yani zafere ulaşmasından önce ben İranşehir'de sürgündeydim, bize yakın bir şehirden birkaç ilim marifet erbabı olmayan ki birisi şofördü ve zahiren bu gibilere avam denir ama seçkin insanlar zümresindendiler. Bunlar düzenli bizi görmeye gelirlerdi İranşehir'e. Şehirlerindeki âlimle konuşmalarını bize söylerlerdi. Şehirlerinin alimi iyi bir adamdı fakat avam idi. Bakın şoför, seçkinlerdendi, o muhterem cemaat imamı avamdandı. Mesela o alim diyormuş ki; niçin Peygamberin adı geçtiğinde 1 kez salavat getiriyorsunuz? Fakat falanca şahsın adı geldiğinde 3 salavat getiriyorsunuz?
Anlamıyordu.
Bu şoför ona cevap veriyormuş; diyormuş; bugün onun liderliğinde direniş günüdür.İslam her yere galip geldiği gün, inkılabın başarıya ulaştığı gün biz o 3 salavatı getirmeyiz, birini de getirmeyiz, ama şimdi bu üç salavat mücadeledir.
O anlıyordu, öteki anlamıyordu. Dikkat ediyor musunuz?
Bunu şunun için söyledim ki, seçkinler dediğimiz de maksat özel bir elbise sahipleri değildir. Erkek olabilir, kadın olabilir, tahsil görmüş olabilir, tahsil görmemiş olabilir, zengin olabilir, fakir olabilir, devlet kademesinde çalışan biri olabilir, tağut rejime muhaliflerden olabilir. Seçkinler dediğimizde iyi ya da kötü olsun ki bu seçkinleri de iki kısma ayıracağız, seçkinler yani bir iş yaparken veya bir yol seçerken fikir ve tahlil yapan kimseler. Anlıyorlar, karar veriyorlar ve amel ediyorlar. Bunlar seçkinlerdir.
Bunların karşıtı da avamdır. Avam yani atmosferin hangi yöne kaydığına göre hareket edenler. Tahlilleri yoktur onların. İnsanlar yaşasın der onlar da yaşasın derler. Kahrolsun dendiğin de kahrolsun derler.Bir vakit ortam böyledir, buraya gelirler, bir vakit ortam öyledir oraya giderler.
Mesela Müslim b. Akil Kufe'ye geldiğinde, insanlar dediler; İmam Hüseyin'in amcasının oğlu geldi, Ben-i Haşim hanedanı geldi, gidelim bunlar kıyam etmeye geldiler, herkes Müslim'in etrafına toplanır ve 18 bin biat eden kişi olur.
5 - 6 saat sonra da kabile reisleri gelirler Kufe'nin içine ve derler ki; ne yapıyorsunuz, kiminle savaşıyorsunuz, kimi savunuyorsunuz? Mahvederler sizi. Bunlar önce gidiyorlar evlerine, daha sonra İbn-i Ziyad'ın askerleri gelip Tav'a'nın evinin etrafını sarıp Müslim'i yakalamak istediğinde bunlar gelip Müslim'e karşı savaşmaya kalkışırlar.
Bunlar avamdır.
Fikir üzerine değil, teşhis üzere değil, doğru bir tahlil üzere değil, ortam nasıl olsa öyle hareket ederler. Öyleyse her toplumda seçkinler ve avam var. Avamı bırakalım bir yana, seçkinlere değinelim. Seçkinler doğal olarak iki gruptur; hak cephesi seçkinleri, batıl cephesi seçkinleri.
Böyle değil mi? Bir grup fikir, medeniyet ve marifet ehlidir, hak cephesi için çalışmaktalar, hakkın bu tarafta olduğunu anlamışlar, hakkı tanıdılar ve hak için çalışıyorlar ve bilahare tanıyorlar hakkı. Teşhis ehlidirler.
Bu bir grup.
Bir grup da hakkın karşısındadır. Hakkın zıttılar. Şimdi eğer yine İslam'ın ilk yıllarına gidersek, bir gurup İmam Ali'nin, İmam Hüseyin'in Ben-i Haşim'in dostlarıdır, bir grup da Muaviye'nin dostlarıdır.
Onlar da bu seçkinlerin içindeydiler. Fikir ehli, akıl ehli, uyanık insanlar. Ben-i Ümeyye'nin taraftarları, onların da seçkinleri var. Demek ki seçkinler de toplumda iki türlüdür. Hak yanlısı seçkinler, batıl yanlısı seçkinler. Batıl yanlısı seçkinlerden ne beklersiniz?
Hakkın ve sizin aleyhinize program yapmalarını beklersiniz doğal olarak. Onlarla savaşmalı. Batıl yanlısı seçkinlerle savaşmak gerekir. Bu apaçık bir mevzu.
Gelelim hak yanlısı seçkinlere. Ben sizlere böylece konuşurken, kendiniz bakın neredesiniz? Fikir metodu dediğimizde yani tarihi hikâye ile karıştırmayalım.
Tarih yani bizim şerh-i halimiz. Fakat başka bir sahnede. Tarih yani sen ve ben. Yani bugün burada olanlar. Demek ki biz tarihi anlattığımızda herkes kendisine bakmalı, ben bu hikayenin neresindeyim?
Hangi tarafta yer aldık?
Sonra bakmalıyız bizim gibi bu bölümde yer alan o, o gün nasıl amel etti ve darbe yedi, biz de onun gibi amel etmeyelim. Bu şuna benzer,örneğin siz bir tatbikat yapacaksınız,bunun için önce farazi düşman cephesini ve bir de farazi dost cephesi belirliyorsunuz sonra dost cephesinin yanlış taktiğine bakıyor ve görüyorsunuz ki bu dost taktisyen şu yanlışı yapmıştır. Siz artık taktikler belrlediğinizde artık o yanlışı yapmayacaksınız.yahut da taktik doğru idi, komutan, telsizci, topçu, haberci ya da er; dost cephesinde bu yanlışı yapmıştır. Anlıyorsunuz ki siz bu yanlışı yapmamalısınız.
Tarih böyledir.
Evet, şimdi sizler kendinizi anlatacağım Sadr-ı İslam'daki sahnede bulun.
Bir grubu avamdır, kendine özgü bir kararı yoktur. Onların tüm işleri yaşadıkları dönemlere bağlı.. Tesadüfen Emirel Müminin veya İmam Humeyni gibi bunları cennete doğru götüren bir imamın başta olduğu bir zamanda yaşamışsa, iyilerin iteklemesiyle cennete doğru sürülecekler ve inşallah cennete gidecekler.
Ama öyle bir döneme denk geldi ki “Ve onları, halkı ateşe çağıran rehberler yaptık ve kıyamet günü de yardım edilmez onlara.” “Görmedin mi Allah'ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini de sürükleyip helâk yurduna konduranları. Cehenneme sokanları? Hepsi de oraya gider ve orası, karar edilecek ne kötü yerdir.”
Böyle bir zamanda karar kılmışsa, cehenneme doğru gidecektir. Demek ki dikkat etmeliyiz avamdan olmamaya. Avamdan olmayalım derken gidip yüksek tahsil görün demek istemiyorum. Hayır, daha önce söyledim; avamın anlamı şu değil ki kimse gidip yüksek tahsil görmesin. Birçokları vardır ki yüksek tahsil gördükleri halde avamdandır. Niceleri vardır ki dini tahsil gördükleri halde avamdandır. Niceleri fakirdir ya da zengin ama avamdandır. Avamdan olmak benim senin elinde olan bir şey. Avam olmamaya dikkat etmeliyiz. Yani ne iş yapsak basiretle olmalı.
Basiretsiz iş yapan kimse avamdır. Dolayısıyla görüyorsunuz Peygamber (s.a.a) buyuruyor: Ben ve takipçilerim basiretle amel ederiz, davet ederiz ve ilerleriz.
Basiret.
Evet, önce bakın avam grubunun bir parçası mısınız? Değil misiniz? Eğer avam grubunun parçası iseniz, süratli bir şekilde kendinizi o grubun içinden çıkarın. Tahlil yeteneği kazanmaya çalışalım, teşhis edelim, marifet kazanalım. Gelelim seçkinlere. Seçkinler konusunda bakalım biz hak yanlısı seçkinlerin parçası mıyız? Batıl yanlısı seçkinlerin tarafında mıyız? Evet, burada konu açıktır.
Bizim toplumumuzun seçkinleri, hak yanlısı seçkinlerin parçasıdır. Bunda bir şüphe yok. Çünkü Kuran'a, itrete, sünnete, Allah yoluna, İslami değerlere davet ediyorlar. Bugün İslam cumhuriyeti budur. Demek ki batıl yanlısı seçkinlerin durumu ayrı bir durum. Onlarla şu an için işimiz yok. Gelelim hak yanlısı seçkinlere. Olayın bütün zorluğu bundan sonrasıdır. Olayın zorluğu bundan sonrası.
Bu hak yanlısı seçkinler, azizlerim iki türlüdür:
Bir türü dünyanın karşısında hayatla, makamla, şehvetle, parayla, lezzetle, rahatlıkla, şöhretle bu güzel şeylerle ilişkisinde ki bunlar hepsi güzel şeylerdir, bunların hepsi hayatın güzellikleridir, bunlar hayatın metalarıdır, Kuran'da geçen manada da meta kötü bir şey değildir, hayır, metadır, Allah sizler için yaratmıştır fakat bunların karşısında (bu hayatın metaları ve faydaları) eğer siz o kadar meczup olursanız (Allah göstermesin) zor bir yükümlülük gelip çattığında bunlardan el çekmeyi başaramadığınızda bu olur bir türü.
Eğer, bu metadan yararlanıyorsunuz ama imtihan anında rahatlıkla bunlardan el çekebiliyorsanız, bu da olur başka bir türü. Öyleyse biz hak yanlısı seçkinleri ikiye ayırıyoruz: bakınız bunlar düşünülmesi gereken şeyler, dikkat buyurun.
Mütalaa gerekir, insan toplumu, inkılabı, düzeni öylesine sigortalayamaz.
Mütalaa etmeli, dikkat etmeli, düşünmeli. Bu iki kısım, iki tür insan, iki tür hak yanlısı seçkinler her toplumda eğer, o hak yanlısı seçkinlerin iyi kısmı yani o kimseler ki gerektiğinde dünyanın metalarından rahatlıkla el çekebilenlerin sayısı çok olursa, İslam toplumu hiçbir zaman İmam Hüseyin döneminin durumuna düşmeyecektir.
Mutmain olun. Ebediyen. Sigortanın sigortası. Eğer bunların sayısı az olursa, öteki seçkinler fazla olursa, yani dünyaya kalplerini kaptıranlar, hakkı da tanıyorlar, hakkın tarafıdırlar, aynı zamanda dünya karşısında ayakları titremekte, dünya nedir? Yani para, ev, şehvet, makam, şöhret, mevki, can.
Eğer birileri canları için Allah'ın yolunu terk ederlerse, hakkı demeleri gereken yerde demezlerse, çünkü orada canları tehlikeye girer, makamları için, mevkileri için, evlatlarını sevdikleri için, ailelerini sevdikleri için, dostlarını, yakınlarını sevdikleri için Allah yolunu bırakırlar.
Eğer bunların sayısı çok olursa o zaman artık vaveyladır. O zaman Ali oğlu Hüseyinler Kerbela meydanında doğranırlar. Katligahlara zorla çekilirler.
Yezitler gelirler iş başına ve Ben-i Ümeyye bin ay Peygamberin oluşturduğu ülkede hükümet edecektir. İmamet saltanata dönüşecek. İmamet saltanata dönüşecek. İslam toplumu imamet toplumudur, yani toplumun başında imam vardır. Kudreti olan, ama halkın iman bakımından yürekten ona tabi olduğu kimse önderdir. Fakat sultan ve padişah, kahır ve galebeyle halka hüküm sürendir. Halk onu sevmez, kabul etmez, inanmaz. Yine de zorla ve galebeyle halka hükümet ederler.
Ben-i Ümeyye imameti saltanata, padişahlığa çevirdiler. Bin ay yani 90 yıl, Ben-i Ümeyye bu büyük İslami devlette hükümet ettiler ve temeli eğri atılan bina öyle bir haldeydi ki, Ben-i Ümeyye aleyhine inkılap oldu ve ortadan kalktı, Ben-i Abbas başa geçti ve 6 asır yani 600 sene halife ve Peygamberin varisi unvanıyla hükümet ettiler. O Ben-i Abbas ki halifeleri yahut daha güzel bir tabirle padişahları içki ehli, fesat, fuhuş, alçaklık, servet, lüks ve binlerce rezilliklerin sahibi idiler, tıpkı dünyanın diğer padişahlar gibi, mescide de gidiyor namaz kılıyor ve insanlar da arkalarında namaz kılıyorlardı. Çaresizlikten. Ya da yanlış inançtan dolayı. Çaresizlik o anlamda değil. İnsanların inancını bozmuşlardı.
Bir toplumun seçkinleri, hak yanlısı seçkinleri öyle olurlarsa ya da salt çoğunluğu öyle olursa, dünyaları kendileri için önem kazanırsa, can korkusundan, malını kaybetme korkusundan, makamların kaybetme korkusundan, ölme korkusundan, nefret edilme korkusundan, yalnız kalma korkusundan, batıl hâkimiyetini kabul etmeye razı olurlarsa ve batılın karşısında durmazlarsa ve hakkın taraftarı olmazlarsa ve canlarını tehlikeye atmazlarsa, evveli İmam Hüseyin'in o vaziyetle şehadetiyle başlar, sonu ulaşır Ben-i Ümeyyeye, Mervan soyuna, Ben-i Abbas'a, ondan sonra da İslam dünyasının bugüne kadarki sultanlar silsilesine.
Evet şimdi ibret verici Aşura hadisesine biraz yaklaşmış olduk. Şimdi geçelim tarihe.
Bu mukaddimeyi dinlediniz.
Hak yanlısı seçkinlerin zaaf dönemi, Peygamberin vefatından 7 -8 sene sonra başladı. Hilafet meselesine girmiyorum bile. Hilafet meselesi ayrı.
Şu olaya değinmek istiyorum; bu olay çok tehlikeli bir olaydır. Peygamberin vefatından 7- 8 sene sonra olay başladı. Evveli ise şuradan başladı. Dediler ki İslam'da önceliği olanlar, Peygamberin zamanında savaşlara katılanlar ve ve ve… sahabe ve Peygamberin dostları diğer insanlarla bir olamaz, bunların birtakım ayrıcalıkları olmalı. Bunlara ayrıcalıklar verildi. Beytülmalden maddi ayrıcalıklar. Bu ilk uygulamaydı. Yanlış uygulamaların başlangıcı böyledir işte. Az bir noktadan başlar ve her adımda çoğalır. Buradan başladı ve 3. Halife döneminde iş bir yere vardı ki, Peygamberin ileri gelen sahabeleri, dönemlerinin en büyük sermayedarlarından oldular.
Dikkat ediyor musunuz? Yani aynı yüce makamlı sahabeler ki isimleri meşhurdur, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, ve ve ve…bunlar büyükler. Her biri kalın kitaba sığacak kadar iftihar dolu geçmişe sahiptiler. Bedir'de, Uhud'da, Huneyn'de, ve ve ve…bunlar İslam'ın birinci sınıf sermayedarları oldular.
Onlardan birisi öldüğü zaman kendisinden kalan altınları varisleri arasında taksim etmek istediklerinde, eritilip külçe haline getirilen altını başladılar baltayla kırmaya, nasıl ki odunu baltayla kırarlar, halbuki altın miskalle tartılır, bakın ne kadar altınmış ki baltayla kırıyorlarmış.
Bunları tarih yazmıştır.Bunlar Şia'nın kitaplarında yazılı sözlerdir denemz, bunları herkes yazmıştır. Bunlardan kalan dirhem dinar miktarları efsanevi idi.
Bu durum, Emirel Müminin döneminde istenmeyen sorunları ortaya çıkardı. Yani Emirel Müminin döneminde bazıları için makam önem kazandığı için Ali'yle ters düştüler.
Peygamber'in vefatından 25 yıl geçmiştir. Hata ve yanlışların birçoğu başlamıştır. Emirel Müminin'in nefesi Peygamberin nefesidir. Eğer bu 25 sene fasıla araya girmemiş olsaydı, o toplumu yetiştirme konusunda hiçbir zorluğu olmazdı.
Fakat Emirel Müminin böyle bir toplumla karşılaştı. Değerlerin dünya sevgisinin gölgesinde kaldığı bir toplumla. Böyle bir toplumu Emirel Müminin cihada götürmek istediği zaman onca zorluk ve sorunla karşılaşıyor. Emirel Müminin dönemi seçkinleri, hak yanlısı seçkinler yani hakkı tanıyanların ekseriyeti, dünyayı ahirete tercih edenlerdi. Netice şu oldu ki Emirel Müminin 3 savaş yapmaya mecbur oldu, 4 yıl 9 aylık hükümetinin ömrünü sürekli savaşlarla geçirmek, sonunda da o alçak insanlardan birinin eliyle şehadete ulaşmak zorunda kaldı.
Emirel Müminin'in kanı, İmam Hüseyin'in kanı kadar değerlidir. Varis ziyaretinde şöyle der: Selam sana ey Allah'ın kanı ve kanının oğlu. Yani Allah, İmam Hüseyin'in ve babasının kanının sahibidir. Yani Emirel Mümininin. Bu tabir başka hiç kimse için kullanılmamıştır.
Dökülen her kanın bir sahibi vardır kesin. Kanın sahipleri. Birisi öldürülür, babası kan sahibidir, oğlu kan sahibidir, kardeşi kan sahibidir. Buna Araplar Sar (kan) derler. O kanı sahiplenme hakkına Araplar Sar (kan) derler. İmam Hüseyin'in kanı Allah'ındır, yani Hüseyin'in kanının hakkı Allah'a aittir. Aynı şekilde Emirel Müminin. Bu iki şahsiyetin kanının sahibi Allah'ın ta kendisidir. Emirel Müminin bu vaziyetten dolayı şehadete ulaştı.
Sonra İmam Hasan (a.s) geldi. Aynı vaziyet sonucu 6 aydan fazla hükümeti devam edemedi. Tek başına bıraktılar onu. İmam Hasan (a.s) gördü ki eğer bu az sayıdaki insanlarla gidip Muaviye ile savaşır ve şehid olursa, İslam toplumu ve o seçkinlerin arasında o kadar ahlaki çöküntü vardı ki, hatta kanını bile sahiplenmeyeceklerdi.
Muaviye'nin propagandaları, parası, hileleri, hepsi halkı tasarruf altına alacak, bir iki sene sonra halk diyecekti; İmam Hasan boşu-boşuna gidip Muaviye'ye isyan etti. Kanı heder olacaktı.
Dolayısıyla İmam Hasan bütün zorluklara katlandı ve kendisini şehadet meydanına atmadı. Biliyorsunuz bazen şehid olmak, hayatta kalmaktan daha kolaydır.
Böyledir işte.
Mana ehli insanları, hikmet ve dikkat ehli olanlar,bunu çok iyi anlar. Bazen hayatta kalmak ve yaşamak ve bir toplumda çaba harcamak, öldürülmekten, şehid edilmekten, Allah'a kavuşmaktan daha zordur. İmam Hasan bu zor olanı seçti. O zamanın durumu buydu. Seçkinler teslim olmuştular, hareket etmeye hazır değildiler. Onun için Yezit başa geçtiği zaman, savaşılacak biri idi, Yezit ile savaşta ölen birisi, Yezid'in durumu çok iğrenç olduğu için, kanı heder olmazdı. Bunun için İmam Hüseyin kıyam etti.
Yezit döneminin durumu öyle bir haldeydi ki, kıyam tek seçenekti, İmam Hasan Mücteba'nın döneminin aksine ki 2 seçenek vardı; şehid olmak ve hayatta kalmak.
Hayatta kalmanın sevabı, etkisi ve zahmeti, öldürülmekten fazla idi. Dolayısıyla bu zoru İmam Hasan seçti. İmam Hüseyin zamanında böyle değildi. Bir seçenekten başka yoktu. Sağ kalmanın manası yoktu. Yani kıyam etmemenin anlamı yoktu. Kıyam etmek gerekirdi, hükümeti elde eder etmez, öldürülür, öldürülmez ayrı şey, yolu göstermeliydi, yolun başına bayrağı dikerdi ve durum böyle olunca hareketin böyle olmasının anlaşılmasını sağlardı. Dolayısıyla İmam Hüseyin kıyam etti. Evet, İmam Hüseyin kıyam ettiği zaman, İslam toplumunda sahip olduğu onca azamete rağmen, bu seçkinlerin çoğu gelip İmam Hüseyin'e yardım etmediler. Bakın bir toplumda vaziyet ne kadar bozulur o seçkinler vesilesiyle.
O seçkinler ki, dünyalarını rahatlıkla İslam dünyasının gelecek asırlarının kaderine tercih etmeye hazırdılar. Halbuki İmam Hüseyin çok büyük bir kişilikti, çok meşhur idi. Bendeniz İmam Hüseyin'in kıyamının olaylarına, Medine'den hareketine vb. bakıyordum.
Evet, İmam Hüseyin Medine'den çıktığı zaman, önceki gecesi, yani İmam Hüseyin'in çıktığı geceden önceki gece Abdullah b. Zübeyr çıkmıştı. Bunlar gerçekte aynı durumda idiler. Fakat İmam Hüseyin nere, Abdullah b. Zübeyr nere?
İmam Hüseyin, konuşması, mukabelesi, hitabı o kadar etkili idi ki, o günkü Medine valisi Velid, İmam Hüseyin ile iddialı konuşmaya cesaret edemiyordu. Mervan bir kelime konuşunca İmam öyle bir cevap verdi ki hemen yerine oturdu.
Bunlar gittiler Abdullah b. Zübeyrin evinin etrafını muhasara ettiler. Kardeşini gönderdi ve izin verin ben gelmeyeyim valilik konağına dedi. Ona dediler hayır, dışarı gelmelisin, öldürürüz ve ve ve… öyle ki iltimas etti Abdullah b. Zübeyr ki izin verin kardeşimi göndereyim, kendim yarın geleyim. Birisi dedi; bırakın bu gece mühlet verin buna. Abdullah b. Zübeyr o kişiliğine rağmen, vaziyeti İmam Hüseyin ile bu kadar farklıydı.
İmam Hüseyin'e kimse cesaret edemiyordu, hürmeti, azameti, şahsiyeti, ruhi kudreti sebebiyle. Kimse cüret edemiyordu o şekilde konuşmaya. Sonra yolda Mekke'ye geldikleri zaman, İmam Hüseyin'in yanına gelip konuşan herkes, İmam'a nezaketle hitap ediyorlardı, kurban olayım, babam, anam kurban olsun, amcam, dayım kurban olsun gibi ifadelerle konuşuyorlardı.
İmam Hüseyin'in İslam toplumundaki kişiliği böyle seçkin ve ayrıcalıklıydı.
Abdullah b. Muti Mekke'de geldi İmam'ın huzuruna, arz etti; ey Resulullahın oğlu, eğer siz kıyam edip öldürülürseniz, senden sonra bu hükümetin başında olanlar bizleri köle yapacaklar. Bugün senin ihtiramına, senin korkundan, heybetinden dolayı bunlar normal şekilde davranıyorlar. İmam Hüseyin'in azamet ve makamı böyledir. İbn-i Abbas'ın, karşısında saygıyla eğildiği böylesi azamete sahip Hüseyin, aynı şekilde Abdullah b. Cafer, sevmese de Abdullah b. Zübeyr, büyükler, seçkinler, hak ehli seçkinleri, bunlar hak cephesi seçkinleridir elbette, hükümet yanlısı, Ben-i Ümeyye yanlısı değiller. Batıl tarafı değiller. Aralarında hatta birçok Emirel Müminini kabul eden, onu ilk halife kabul eden Şia vardır. Bunların hepsi hakim yönetimin şiddetiyle karşılaştıkları zaman, canlarının, sağlıklarının, rahatlarının, makamlarının, paralarının tehlikeye girdiğini gördükleri zaman geri çekildiler. Hepsi çekilir. Bunlar geri çekilince halkın avam tabakası öteki tarafa yönelir. Kufeli mektup yazanların hepsi seçkinlerdendi ama…
Kufe'den İmam Hüseyin'e (a.s) mektup yazanların ve davet edenlerin isimlerine baktığınız zaman, hepsinin seçkinler tabakasından ve toplumun ileri gelenlerinden olduklarını görürsünüz. Mektupların sayısı fazladır. Yüzlerce sayfa ve belki nice heybe dolusu veya büyük tomar mektup, Kufe'den İmam Hüseyin (a.s) için gönderildi. Bütün mektupları büyükler, ileri gelenler, seçkin, ünlü ve bilinen şahsiyetler ve aynı seçkinler yazdılar. Ancak mektupların içeriği ve tonuna baktığınız zaman, bu hak yanlısı seçkinlerden hangilerinin dinlerini dünyalarına ve hangilerinin dünyalarını dinlerine kurban etmeye hazır oldukları belli oluyor. Mektupların ayrıştırılmasıyla, dinlerini dünyaya kurban edeceklerin sayısının daha fazla olduğu anlaşılır. Sonuçta Kufe'de durum öyle bir yere varıyor ki, Müslim b. Akil şehadete ulaşıyor. 18 bin sakini Müslim'e biat eden aynı Kufe'den 20 30 bin kişi veya fazlası İmam Hüseyin'le (a.s) savaşmaya gidiyorlar! Yani seçkinlerin hareketi, avamın hareketini beraberinde getiriyor.
Bilmiyorum akıllı insanların yakasını sürekli bırakmayan bu hakikatin azameti, bizim tarafımızdan doğru şekilde aydınlanıyor mu? Aydınlanmıyor mu? Küfe macerasını mutlaka duymuşsunuzdur. İmam Hüseyin'e mektup yazdılar ve o Hazret ilk adımda Müslim b. Akil'i Kufe'ye gönderdi. Kendi kendine düşündü: “Müslim'i oraya gönderirim. Durumun müsait olduğunu haber verirse, kendim de Kufe'ye giderim.” Müslim b. Akil Kufe'ye girer girmez, Şia'nın ileri gelenlerinin evine misafir olup İmam'ın mektubunu okudu. İnsanlar grup-grup gelip sevgilerini izhar ettiler. Küfe valisi, zayıf ve mülayim bir kişi olan Numan b. Beşir'di. Dedi: “Benimle savaşmaya yeltenmedikçe kimseyle savaşmam.”
Dolayısıyla Müslim'e karşı müdahalede bulunmadı. Ortamı sakin, meydanı açık gören halk, öncekinden daha çok İmam'a biat ettiler. Batıl cephesi seçkinlerinden iki üç tanesi (Ben-i Ümeyye Taraftarları) Yezid'e mektup yazdılar: “Kufe'yi elde tutmak istiyorsan, layık birini hükümete gönder; çünkü Numan b. Beşir Müslim b. Akil'in karşısında mukavemet edemez.” Yezid de Basra valisi Ubeydullah b. Ziyad'a, Basra'ya ilaveten, günümüz tabiriyle (makamını koruyarak) Kufeyi de hükümeti altına alması hükmünü verdi. Ubeydullah b. Ziyad Basra'dan Kufe'ye bir nefeste vardı. (nun Kufe'ye gelişi olayında da seçkinlerin rolü belli oluyor. Süre yeterse bir bölümünü sizlere nakledeceğim.) Kufe kapısına vardığında gece idi. Kufe'nin sıradan halkı (tahlil yapamayan avamdan) atı, teçhizatı ve yüzü kapalı şekilde bir kişinin şehre girdiğini görünce, İmam Hüseyin (a.s) olduğunu sandı. Öne fırladılar ve “Selam sana ey Resulullahın oğlu” feryadı havada yankılandı!
Avam insanı böyledir. Tahlil ehli olmayan insan araştırmayı beklemez. Bir kişinin atı ve teçhizatıyla geldiğini gördüler. Onunla bir kelime konuşmaksızın yanlış bir kanıya düştüler. Birisi ‘O İmam Hüseyin'dir' der demez, herkes ‘İmam Hüseyin İmam Hüseyin' diye bağırdılar. Ona selam verdiler ve hakikatin anlaşılması için sabretmeksizin, gelişine sevindiler. Ubeydullah onlara itina etmedi ve kendini valilik konağına attı ve oradan Müslim b. Akil ile mücadele planını uygulamaya koydu. Planının temeli, Müslim b. Akil'in taraftarlarını yoğun bir baskı, tehdit ve işkence altına almaktı. Bunun için “Hani b. Urve'yi” hile ile valilik konağına getirtti ve onu dövmeye başladı. Bir kısım halk onun davranışına itiraz ederek valilik konağını muhasara etse de, yalan ve hileyle onları dağıttı.
Burada da hakkı tanıyan ve teşhis eden ama dünyalarını hakka tercih eden hak yanlısı seçkinlerin rolü aşikâr oluyor. Diğer taraftan Hz. Müslim kalabalık bir toplulukla harekete geçti. İbn-i Esir tarihinde 30 bin kişinin olduğu geçer. Bu gruptan sadece 4 bini Müslim'in ikametgahının etrafında durmuş, ellerinde kılıç Müslim b, Akil'in lehine slogan atıyorlardı.
Bu olaylar Zi'l-Hiccenin 9 unda oluyor. İbn-i Ziyad'ın yaptığı, seçkinlerden bir kısmını halk yığınlarını korkutmaları için içlerine sızdırmaktı. Seçkinler de halkın içinde dolaşıyor ve ‘Kiminle savaşmak istiyorsunuz? Niçin savaşıyorsunuz? Güvende olmak istiyorsanız evlerinize dönün. Bunlar Ümeyye oğulları. Para, kılıç, güç sahipleri.' Diyorlardı. Halkı öyle korkuttular ve Müslim'in etrafından dağıttılar ki, O Hazretin etrafında yatsı namazı vakti hiç kimse kalmadı; hiç kimse. O an İbn-i Ziyad Kufe mescidine gitti ve genel bildiriyle herkesin mescide gelerek yatsı namazını kendisi imametinde kılmaları gerektiğini duyurdu.
Tarih yazar: “Kufe mescidi, İbn-i Ziyad'ın arkasında yatsı namazı kılan insanlarla doldu.” Niçin böyle oldu? Baktığım zaman, hak yanlısı seçkinlerin suçlu olduklarını ve bazılarının kötülüğün son noktasına vardıklarını görüyorum. Kimin gibi? Kadı Şureyh-i gibi. O Ben-i Ümeyyeden değildi ki! Hakkın kiminle olduğunu bilen biriydi. Durumun neden ibaret olduğunu anlıyordu. Hani b. Urve'yi kafası yüzü yara içinde zindana attıklarında, kabile efradı Ubeydullah'ın sarayının etrafını kontrol altına aldılar.
İbn-i Ziyad korktu. Onlar; “Hani'yi öldürdünüz” diyorlardı. İbn-i Ziyad Kadı Şureyh'e dedi: “Git bak eğer Hani sağ ise halkına haber ver.” Şureyh, Hani'nin sağ fakat yaralı olduğunu gördü. Hani'nin gözü Şureyh'e ilişince, feryad etti: “Ey Müslümanlar! Bu nasıl bir durum? Kabileme ne oldu?! Beni neden aramadılar? Gelip beni niçin kurtarmıyorlar? Öldüler mi?!” Kadı Şureyh dedi: “Hani'nin sözlerini hükümet konağının etrafını saranlara iletmek istiyordum, fakat ne yazık ki Ubeydullah'ın casusu ordaydı ve ben cüret edemedim.!” “Cüret etmedim.”
Ne demek bu? Yani dünyayı dine tercih etmek. Belki de eğer Şureyh bu bir işi yapsaydı, tarih değişirdi. Eğer Şureyh halka deseydi; Hani sağdır fakat yaralı halde zindandadır ve Ubeydullah onu öldürtmek istiyor. Ubeydullah'ın henüz güçlenmediğini dikkate alarak, adamları Hani'yi kurtarabilirdi. Hani'nin kurtulmasıyla da güçlenirlerdi, ruhiyeleri düzelirdi, hükümet konağını muhasara ederlerdi, Ubeydullah'ı tutuklarlardı; ya da öldürürlerdi veyahut gönderirlerdi. O zaman Kufe İmam Hüseyin'in olurdu ve Kerbela vakıası olmazdı. Eğer Kerbela vakıası olmasaydı İmam Hüseyin hükümete geçerdi. Hüseyni hükümet 6 ay bile çekseydi, tarih için bir çok bereketi olurdu. Hatta daha fazla da sürebilirdi.
Bazen yerinde bir hareket tarihi kurtarır ve bazen korku, zaaf, dünya düşkünlüğü, hayatta kalma hırsından kaynaklı yersiz bir hareket, tarihi tersyüz eder. Ey Kadı Şureyh! Hani'yi o halde görünce niçin hakka şahitlik etmedin? Seçkinlerin ayıp ve kusurları, dünyayı dine tercih etmek işte budur.
Küfe şehrine dönelim: Ubeydullah b. Ziyad Kufe kabilelerinin önderlerine “Gidin halkı Müslim'in etrafından dağıtın, yoksa mahvederim sizi” dediği zaman, niçin emrine itaat ettiler?! Kabile önderlerinin hepsi Emevi değillerdi, Şam'dan gelmemişlerdi. Bazıları İmam Hüseyin'e mektup yazanlardandı. Şebes b. Reb'i, İmam'a mektup yazıp Kufe'ye davet edenlerdendi. Yine Ubeydullah'ın “Gidin halkı Müslim'in etrafından dağıtın.” Sözüyle ilk adım atan ve Kufe halkını tehdit, teşvik ve korkutmaya tabi tutandı.
Niçin böyle yaptılar? Şebes b. Reb'i gibileri hassas bir anda, İbn-i Ziyad'dan korkmak yerine Allah'tan korksalardı, tarih değişirdi. Avamın dağıldığını farz edelim, Müslim'in etrafında olan seçkin müminler niçin dağıldılar? Bunların arasında iyi insanlar vardı, bazısı sonra Kerbela'da şehit oldu ama burada yanlış yaptılar.
Tabi ki Kerbela'da şehit olanlar, yanlışlarının kefaretini vermiş oldular. Onlar hakkında tartışma yok. İsimlerini de beyan etmiyoruz. Ama seçkinlerin bazısı Kerbela'ya da gitmediler. Gidemediler; Tevfik nasipleri olmadı. Daha sonra Tövbe edenler güruhundan olmak zorunda kaldılar. Ne fayda?! İmam Hüseyin (a.s) öldürülünce; Peygamberin oğlu elden çıkınca; facia olunca; tarihin hareketi yokuş aşağı başlayınca, artık ne fayda? Onun içindir ki, tarihte tövbelilerin sayısı, Kerbela şehitlerinin kaç katıdır. Kerbela şehitlerinin hepsi bir günde öldüler, tövbeliler de bir günde öldüler fakat tövbelilerin tarihte bıraktığı tesir, Kerbela şehitlerinin bıraktığı tesirin binde biri kadar değil. Zamanında gelmedikleri için. İşi vaktinde yapmadıkları için. Geç karar verdiler ve geç teşhis ettiler.
Müslim b. Akil'i, İmam'ın temsilcisi olduğunu bildiğiniz halde niçin yalnız bıraktınız? Gelmişti ve ona biat de etmiştiniz. Kabul etmiştiniz. (avamla işim yok, seçkinlere diyorum) Niçin ikindi ve yatsı vakti Müslim'i yalnız koydunuz da Tav'a'nın evine sığınmak zorunda kaldı? eğer seçkinler Müslim'i yalnız bırakmasalardı ve mesela 100 kişi olsaydı, o 100 kişi Müslim'in etrafını alırdı. Birinin evini komuta merkezi yaparlardı. Durup savunurlardı. Müslim tek başına olduğu halde, yakalamak istediklerinde saatler sürdü. İbn-i Ziyad'ın askerleri defalarca saldırdılar. Müslim tek başına hepsini püskürttü. Eğer 100 kişi onun yanında yer alsaydı, yakalayabilirler miydi? Halk yine etrafına toplanırdı. Demek ki seçkinler bu aşamada kabahatli davranıp Müslim'in etrafını almadılar.
Bakın! Ne taraftan hareket etsek seçkinlere varıyoruz. Seçkinler. Gerekli anda seçkinlerin karar vermesi, teşhis etmesi, dünyadan vaz geçmesi, zamanı geldiğinde girişimde bulunması, bunlardır tarihi kurtaran şeyler. Değerleri kurtarır, değerleri korur. Gerektiği zamanda gerekeni yapmak lazım. Eğer bırakırsanız ve zamanı geçerse artık fayda etmez. 1357 yılının Behmen ayının 17, 18'i ikindi vakti Tahran'da askeri hükümet ilan edildiği zaman, İmam Humeyni halka ‘sokağa dökülün' emri verdi. O gün İmam bunu yapmasaydı bugün onlar bu memlekette hala işbaşında olurlardı. Askeri hükümetle gelirlerdi, halk evlerinde kalırdı, önce İmamı sonra diğer yerleri katliam eder, 500 bin kişiyi Tahran'da katleder böylece olayı bitirirlerdi. İmam gerekli anda gerekli kararı verdi.
Seçkinler eğer zamanında teşhis ve amel konusunda kendilerine yönelen bakışları karşılıksız bırakmasalar, tarih kurtulur, Hüseyin b. Aliler artık Kerbela'lara sürüklenmezler. Eğer seçkinler sonra anlasalar, geç anlasalar, anlasalar ama ihtilafa düşseler, Afganistan'dakiler gibi, başta önemli insanlar vardı ama topluma yayılmış seçkinler tabakası cevap vermediler. Biri dedi; efendim bizim bugün işimiz var. Birileri dedi; efendim artık savaş bitti bırakın gidelim işimizin peşine. Gidelim ticaretimize. Senelerce cepheden cepheye dolaştık, bazen güney, bazen batı, yeter artık. Eğer böyle yapsalar bellidir Kerbelalar tarihte tekrar edecektir. Allah-u Teala vaad etmiştir; kim Allah'a yardım ederse Allah ona yardım edecektir. Lamı cimi yok bunun. Eğer birisi Allah için hareket eder ve çaba harcarsa zafer nasip olacaktır. Her bir kişiye zafer verilecek değil, toplu hareket edilirse (ki zorlukları var, şehid olmak var) ama zafer de var. Kim Allah'a yardım ederse Allah da ona yardım eder. Kimsenin burnu kanamadan olacak demiyor, ölmek, öldürülmek var. Fakat zafer elde ederler. Bu ilahi bir sünnettir. Kandan korktuğun zaman, haysiyetinden korktuğun zaman, paradan korkarsan, ailen için korkarsan, dostların için, rahatın için, keyfin için korkarsan, ticaretin için korkarsan, önceki evinden bir oda fazlası için korkarsan, bu tür şeyler için hareket edersen evet bellidir, 10 tane İmam Hüseyin gelse yine şehid edilir, hepsi ortadan kaldırılır. Nasıl ki İmam Ali, İmam Hüseyin şehid oldu. Seçkinler, seçkinler, seçkinler tabakası, azizlerim, bakın neredesiniz siz?
Eğer seçkinler sınıfında iseniz ki öylesiniz, dikkatli olun. Sözlerim bu. Ancak dediklerim bu sözler konunun özetidir. Bu konunun üzerinde iki bölüm halinde çalışma yapılmalıdır. Birincisi olayın tarihsel bölümü, ki eğer vaktim olsaydı kendim yapardım, benim vaktim yok şu an, maalesef. Tarihte örnekleri bulup zikretmem gerek. Nerelerde seçkinler yapmaları gerekeni yapmadılar. Bu seçkinlerin isimleri nedir, kimlerdir? Eğer zaman olsaydı, kendim ve sizler yorulmasaydınız, belki bir saat bu konuda konuşurdum, aklımda bu vardı. Üzerinde çalışılması gereken bir bölüm de her zamanın durumuna tatbik olmaktır. Sadece bizim zamanımız değil, bütün zamana. Her zamanda seçkinler tabakası vazifelerine amel etmek için nasıl hareket etmelidir. Dünyanın esiri oldular sözü bir kelimedir. Nasıl dünyanın esiri olmasınlar? Misal ve mısdakları nedir?
Azizlerim, her zaman Allah yolunda hareket etmenin muhalifleri olur. Dediğimiz seçkinler, eğer bu seçkinlerden birisi güzel bir iş yapmak istese o işi yapmalıdır, eğer yapmak istese, 4 tane de bu seçkinlerden çıkıp ‘ya işin mi yok? Deli misin? Çoluk çocuğun yok mu? Niçin bu işlerin peşindesin?' diyen seçkinler çıkabilir. Mücadele döneminde söyledikleri gibi. Direnmelidir. Bu seçkinlik isteyen mücadelenin gerekliliklerinden biri budur; söylenenlerin, kınamaların karşısında durmak. Kötü söz derler, töhmet ederler. Evet, Allah'a şükrediyoruz biz çok güzel bir seçim geçirdik, millet katılım sağladı, iyi millet vekilleri seçildi. Devlet, hükümet, cumhurbaşkanı, koruyucular konseyi ve ve ve hepsi elhamdülillah faaliyet ettiler, böylesi güzel bir seçim yapıldı. Bir girişim yapmak isteseniz, düşman var, türlü türlü düşmanlar. Dostlar, düşman da değiller, kendi tarafımızdanlar, fakat anlamıyorlar, teşhis edemiyorlar. Soru sorarlar. Elbette ordu, nasıl ki İmam buyurdular; ordu, silahlı kuvvetler, siyasete müdahale etmemeliler ama bunun anlamı bu değil ki; büyük gönüllüler kuvvetleri, seçim gibi büyük bir olayda uygun bir harekette bulunmasınlar. Bunları niçin birbirine karıştırırlar. Ordu mensupları da milletin diğer fertleri gibidir, şimdi de bunu belirttim. Akıllı hareket etmeliler ve siyasete müdahil olmama konusu kendi yerinde ve geçerli. Siyasetin değiştiği fikrine kapılmayı gerektirecek bir durum yok. İmam zamanında siyasete karışmayın denmişti şimdi karışın, hayır böyle değil. Emir İmamın emridir fakat mısdağı bunlar değil. Misali burası değil. Ordu mensupları, mümin gençler, ülkenin en iyi gençleri seçimlerde hizmet etmeli, bir iş yapmalı, sandık başında bulunup denetleme yapmalı, nezaret etmeliler, Allah etmesin bazılarının su istifadelerine engel olmalılar. Bunlar yanlış işler değil. Maksat şudur ki sizin yaptığınız her hareket seçkinlerin her bir bölümde yaptığı işler ki bunlar büyük işlere göre küçük bir bölümü oluşturur, gelecekte önünüze çıkabilir. Birileri diyebilir; niçin?
Allah'a şükrediyoruz ki bugün ülkemiz Allah yolunda mücadele ülkesidir, cihad ülkesidir, fedakârlık ülkesidir, değerler ülkesidir. Ülke yöneticileri, ileri gelenleri, saygın alimler, sözcüler, tebliğciler, hatta birçok bölümde üniversiteler, ve benzeri inkılabın hizmetinde, İslam'ın hizmetinde, değerlerin hizmetinde hareket ediyorlar. Silahlı kuvvetler de bellidir, değerler mazharıdır. Ordu, bu parlak geçmiş, durumları belli olan böylesi bir ordu, bunlar ne kadar zahmet çektiler, ne kadar değer yarattılar. Şimdi de değerler peşinde olmalılar.
Bu, Muharrem günleri münasebetiyle değindiğim kısa bir konuşmaydı. Şu da var ki arz ettiklerim kısaydı, gerçi zaman olarak biraz uzadı, bize de ha bire konuşmalarınızı kısa tutun telkini yapılır, yorulmamak için. Doğrusu bendeniz de kendimi yormak ve diğer işleri yapmaktan alıkoymak istemiyorum. Ama sizin gibi bir topluluğun huzurunda böylesine değerler ile ilgili konuşunca insan yorgunluk hissetmiyor.
Ümit ederim Allah hepinizi muvaffak kılsın, Allah İmam'ın ruhunu enbiyanın ruhuyla meşhur etsin inşallah. Allah İran milletinin önüne konan bu aydınlık yolu, bu milletin devamlı yolu kılsın. Allah bizi inkılabın hizmetinde, İslam'ın hizmetinde, İslami değerlerin hizmetinde sağlam kılsın. Bu yolda bizi öldürsün. İlahi, ölümümüzü yolunda şehadet olarak nasip et. Şehitlerimizin derecelerini günden güne daha yücelt. Gazilerimize katından bir ecir inayet buyur. Onlara tam bir sıhhat inayet eyle.
İlahi bu yolda zahmet çekenlere, uzun zaman esir kalan, serbest kalan veya henüz kalmayan, ya da cenazeleri kayıp olanların yakınlarına çare kıl. Ailelerine ecir ihsan eyle. Sabır inayet eyle. Esirleri bir an önce azat eyle. Müslümanların işlerini ıslah eyle. Müslümanların hacetlerini gider. İslam ülkelerini ecnebilerin Amerika'nın pençesinden kurtar. İslam ülkeleri yöneticilerini gaflet uykusundan uyandır. Şehvetler sarmalından kurtar. İlahi başta Amerika olmak üzere müstekbirleri, izzetinin şanına layık olan şekilde yok eyle. Onlara galebe çalmanın tadını İran milletine göster. İlahi bu yolda yaşayan ve aramızdan ayrılanları rahmetine mazhar eyle. Yapılan işleri ve çabaları lütuf ve kereminle kabul buyur.
Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh.
Videoyu izlemek için tıklayın: