Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Bu çizgi filmde özgüven ve özgüvene yönelik tehditler ya bilinçli olarak ya da tesadüfen işleniyordu ama işleyiş tarzı ibret almamızı sağlayacak kadar güzeldi. Bu yüzden bugün bu konu üzerinde sizlerle hasbihal etmeyi ve bu çizgi filmden edindiğimiz izlemini sizlerle paylaşmayı uygun gördük.
Çizgi film bir böceğin hedef aldığı bir kuşa yönelik psikolojik saldırıları ile ilgiliydi. Ve hatırladığımız kadarıyla şöyleydi; Cüsse olarak biraz irice olan bir kuşa, bir gün bir böcek musallat olur. Kuş her uçtuğunda karşısına çıkar ve onun özgüvenini yok ederek yere düşmesine neden olur. Birgün kuşun karşısına geçer ve ” Sen nasıl uçuyorsun şaşıyorum. O kocaman cüsseyi o kanatlar nasıl taşıyor hayret” der. Kuş ilk başta itiraz etse de sonra bu sözlere kanarak uçamayacağına inanır ve kanatlarını çırpmayı bırakır. Böylece böceğin istediği olmuş ve kuş düşmüştür.
Bir başka gün özgüvenini kazanıp tekrar uçan kuşun karşısına geçen böcek: “Biliyor musun, yer çekimi diye bir şey var. O seni şuan öyle bir aşağı çekiyor ki kanatların ağırlaşıyor, hareketlerin zorlaşıyor” der. Kuş yine önce itiraz etse bile bu sözlerin zihninde oluşturduğu şüphenin esiri olur ve özgüvenini yitirdiği için kanat çırpmayı bırakır ve sonuç yine kuşun yere çakılması, böceğin mutlu olmasıdır…
Tam bir direniş meydanı olan hayatta, kimileri ayakta kalmak için her türlü techizata sahipken, kimileri esecek herhangi bir rüzgârda yere yıkılmak, yön değiştirmek için sırasını beklemektedir sanki. Kimileri “kökleri ezelden ebede kadar ulaşan bir ağaç” misali iken, kimileri hazana tutulmuş yaprak gibidir. Kimilerinin bakışı keskin, görüşü kuvvetli ve basiret yüklü iken, kimileri önlerine bakmadan yürümeyi meziyet zannetmekte, yanı başlarına bakamayacak şekilde at gözlükleri ile donatılmaktadırlar.
El etek çekerek dünyalıklardan, özgür olup şerefini kurtarırken kimileri, kimileri dünyalık sevdalarından dolayı boyun eğip yitirirler şahsiyetlerini. Kimileri sıradağlar gibi dimdik duracak özgüveni fıtratlarında bulup, yalnız Allah’a (c.c.) dayanmanın mutluluğunu ve rahatlığını yüzlerine yansıtırken, zilleti ruhlarına mesken tutarak zulmetin uşağı olur diğerleri.
Böyle bir ortamda, yarattıkları puslu havada ruhları zillet oklarıyla avlayarak hüküm sürmek derdinde olan “süfyani sistemler”, önce maneviyatlarını çalarak köksüz bıraktıkları halkları, sonra dünyalıklarını alarak kendilerine muhtaç ederler ve şahsiyetlerini ve izzetlerini ele geçirdikleri halkların bir daha dirilmelerine imkân vermemek için, özgüvenlerini yok ederek umutsuzluk ekerler iç dünyalarına. Sadece kendilerini dinleyecek ve kendilerine inanacak kıvama getirdikleri halkların gözlerine taktıkları gözlükler, hakkı batıl batılı hak gösterir de aldıkları uyuşturucuların etkisinde olan halkların o gözlükleri çıkaracak dermanı dahi bulunmaz artık.
Basiret, izzet, şeref uzak diyarların masallarıdır bu halklar için ve haberleri yoktur hakikatten ve izzetten bilinçleri sömürülmüş yaşayan ölülerin.
Bazen birileri çıksa uyandırsa bile, özgüvenlerini kazandırmaya çalışıp ayaklandırsa “süfyani sistemlere” karşı, hemen devreye girer “süfyanilerin” böcekleri ve hatırlatırlar halka kanatlarının küçüklüğünü ve yer çekimini. Oysa uçmak için yaratılanların uçamamasıdır fıtrata aykırı olan ve kuşlar kadar ruhlarını özgürleştirenlerdir yer çekimine kafa tutacak olanlar.
Biraz idrak etseler kanat çırpmadıkları için düştüklerini, ne yer çekiminin ne de kanatlarının boyutunun özgüvensizlik kadar kendileri açısından tehlikeli olmadığını, o anda terk edecekler bu zulmet diyarını önce fikren ve tersine çevirerek kapatacaklar kader diye kendilerine yutturulan yenilgiler çağını.
Sağdan soldan önden arkadan fısıldayan şeytan mesabesinde bulunan “süfyani sistemlerin” böcekleri mahirdir halkları kandırmakta. Üstlerine yoktur bizden görünüp bizleri biz yapan değerlerden uzaklaştırmaktan. Ya mezhep, ya vatan – millet, ya hoşgörü bataklığının veya hak görünümlü batılın, şahsiyet görünümlü zilletin, “ak” görünümlü “kara”nın, maslahat görünümlü tavizin neşv-u nema bulduğu zulmet diyarının ağzı iyi laf yapan böcekleridir bunlar.
Varlık sebepleri, türetilmelerinin nedeni “süfyani sistemlerin” üzerinde halk için uçuşa yasak bölgeler oluşturmaktır zaten. Uçmasın, uçamasın ki halk, görmesin olan biteni yukarıdan, açılmasın gözleri, bakmasın başka diyarlardaki mutlu mesut yaşayan izzet sahibi halklara ve özenmesin onlara.
Halimiz böyleyken ne yapmalıyız bizler? Kanatlarımızı bir daha çırpmamak üzere yanlarımıza mı bırakmalıyız? Düşmanımız olan böceklerin sözlerine aldanıp esareti özgürlük mü saymalıyız? Gurbete dönen sılamızı hainlere mi bırakmalıyız? Var oluşumuzun aksine davranıp vaz mı geçmeliyiz yeryüzünün hilafetinden? Gözlerimizi ve gönüllerimizi kapatıp hakka, batılın ardından mı gitmeliyiz? Uyuşmalı mıyız önümüze atılan yemlerden doyasıya yerken ve kulalarımızı tıkamalı mıyız çevremizde mazlumlar inlemekteyken? Kabullenmek midir çaresizliği çare? Kurtuluş mudur düşmanların sunduklarına sarılmak hem de denize iten onlarken bizleri?
Asla… Bizler kulaklarımızı tıkayarak “süfyani sistemlerin” felaket tellalı böceklerine, inanarak kendimize ve güvenerek bizi yaratana her daim kanat çırpacağız hakka doğru. Hakkımız olan yeryüzünün hilafetini alacağız şeytanın çocuklarının ellerinden. Azlığımıza aldanmadan, düşmanın ve yarenlerinin çokluğuna aldırış etmeden dolduracağız mücadele meydanlarını ve çaresizlik diyarının umutsuzluk kokan çiçeklerine inat, beyaz zulmün en şiddetli anında açan tek bir kardelenin nasıl kırdığını kalemini zemherinin ve baharı tüm canlılığıyla ruhlara nasıl sunduğunu göstereceğiz azmimizle.
Yenilgiyi çıkaracağız lügatimizden sona eren yenilgiler çağını idrak ettiğimiz bu günlerde. Dostu düşmanı tanıyarak attığımız her adımda yaklaşacağız zafere. Doğudan doğan güneş ısıtınca yüreğimizi, izzet ve şeref daha bir hızlı akacak damarlarımızdan.
Gözlerimize çekilen perdelerden kurtulacağız ilkin. Göreceğiz tüm âlemi ve yaratılış gayemizi anlayacağız bizi yaratanın sözlerine kulak verince. Nice böcekler çıkacak ardı ardına yolumuza ama ömürleri yetmeyecek bir daha uyutmaya bizleri ve kurutacağız Allah’ın (c.c.) izniyle böceklerin ürediği bataklıkları.
Uçacağız zulüm ile inleyen kardeşlerimizin diyarına önce zihinlerimizde sonra asumanda. Gör denileni değil, görmemiz gerekeni gördüğümüzde kırılacak kafesler, yıkılacak surlar ve buluşacak ümmet “Ruhullah”ta. Yaşadığımız asrı idrak edenler şahittir bu uyanışa ve zalimler çaresizdir artık dirilişin üflendiği ruhlar karşısında. Sur’dur zulmet diyarlarında sesi duyulan ve zulmün saraylarına kıyameti muştulayan.
Zaten yanı başımızda özgürleştirilmiş kuşlar uçmakta hem de rengârenk doldurmaktalar semayı. Diriliş bilinci bahşedilenler meydan okumakta yeryüzünün ölüm kusan zalimlerine. Hiçbir böceğin sözü etkilememekte “Ruhullah”la desteklenen ruhlarını ve uçuvermekteler kendilerinden yardım isteyen mustaz’afların diyarlarına. Kendi kanatlarının altında korumak istemekteler tüm yeryüzünün mahrumlarını, mazlumlarını. Yeter ki uzansın elleri onlara doğru. Zafer vaat eden gökkuşakları çıkmakta ardlarısıra.
Gök genişlemekte, arz genişlemekte hakikate kanat çırpanlar için. Allah’ın (c.c.) vaadinin hak olduğunu anlatıp ümit bahşetmektedirler kafesi yurt sanan mahkûmlara ve türlü oyunlarla evcilleştirilenlere. Yeryüzünün varisleri miraslarını almaktadır artık gaspçı nemrutlardan, firavunlardan.
Varsın vızıldasın “süfyanilerin” yetiştirdiği yeni yetme böcekler. Varsın yolumuza çıksınlar her daim bizden görünerek. Bizim rotamız belli, hedefimiz belli, liderimiz bellidir artık. Ebabil kuşları olarak üzerlerine gelmekteyiz asrın Ebrehelerinin. Ellerimizde taşlarımız, ekini ezer gibi ezeceğiz vahşeti. Kabe’miz hür olacak ve tekrar fethedecek Mekke’yi Medine’miz.
Bu arada böceklere ne mi olacak? Unutmayın ki sünnetullah gereği böcekler yem olacaktır her daim kuşlara…
siyasetmektebi