Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Günlük yaşamımızda bu tiplerle o kadar sık karşılaşırız ki artık “imamın dediğini yap, yaptığını yapma” gibi veciz sözler hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Bu tipler aslında toplumda çok da fazla yer bulamazlar. Foyaları meydana çıktığı andan itibaren halk için alay konusu olmaktan kendilerini kurtaramadıkları için toplumsal anlamda “gıybete” malzeme olmaktan başka bir işlevleri yoktur.
Bir kardeşimizin de talebi üzerine bugün bizim asıl irdelemek istediğimiz konu söylem veya eylemden hangisinin günümüz şartlarında daha elzem olduğu konusudur. Yazımıza başlarken “söylemden” kastımızın, ömrümüzü sadece zikrederek, ibadet ederek geçirip, ayetleri ve İslam tarihini ezberleyerek sürekli onlardan geçmişteki kıssalar olarak bahsetmek olduğunu, bir nevi toplumdan ve toplumun asıl dertlerinden uzaklaşıp, inzivaya çekilerek kendi nefsimizle uğraşmak ve halka da İslam’ı bu düzeyde anlatmak olduğunu, yine “eylemden” kastımızın ise Kur’an’dan, Resulullah’ın (s.a.a) siretinden ve İmamların (a.s) mücadelelerinden elde edilmiş deneyimlerle, bugünkü zalimlerle mücadelenin her alanında hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan meydanları doldurmak ve halka bu bilinci aşılamak üzere gayret göstermek olduğunu ifade etmemiz gerekir.
Bu tür “söylem” ve “eylemden” hangisinin bugün daha önemli olduğu sorusunun cevabı bizim için ayan beyan ortadadır. Ama bu cevabın neden doğru olduğunu düşündüğümüzü izah etmenin gerekliliği de ortadadır. Muhakkak ki devrimci kişiliğe sahip ve İnkılabi bir bilinçle mücadeleye atılmış olanların önce kendi nefislerinde bir İnkılap gerçekleştirmeleri ve hayatlarını Allah’ın (c.c) emirleri doğrultusunda şekillendirmeleri gerekmektedir. Bir kimsenin “Namazı, ibadetleri, hayatı ve ölümü alemlerin Rabbi olan Allah için” (En’am 162) değilse o şahsın toplumsal anlamda devrimden bahsetmesi de abesle iştigal olacaktır. Bu yüzden İnkılabi bir şahsiyete sahip müminlerin hem bireysel hayatlarına çeki düzen vermeleri hem de toplumsal hayatlarındaki mücadelede aktif rol almaları gerekmektedir.
Ama kimi zaman bizimle aynı(!) dili konuşan, renkleri bizlere benzeyen bazılarının, bizleri nefis tezkiyesi adı altında inzivaya davet ettiklerini, toplumsal yaşamdan uzaklaşıp, halkın sorunlarıyla ilgilenmeden sadece dilimizden zikri eksik etmememiz gerektiğini, İslam’ın siyasi boyutunu ve tüm mazlumların hakkını arama sorumluluğunu görmezden gelmemizi telkin ettiklerini müşahede etmekteyiz. Bunlar bizlere İslam’ı anlatmakta, Resulullah’tan (s.a.a) bahsetmekte, geçmiş peygamberlerin yaşantısını örnek göstermekte olmalarına rağmen hiçbir süfyani bunlardan rahatsız olmamakta, aksine her yerde boy göstermelerine müsaade etmektedirler. İtikadi olmayan konularda kendilerinden farklı düşünenleri, alim bile olsalar dışlayan bu güruh, “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmedikleri için kafir ve zalim oldukları”(Maide 44-45) Kur’an’i bir hakikat olan süfyanilere dokunmamakta, onların varlığını meşru görmekten çekinmemektedirler. Oysa konuşmalarına, hal ve hareketlerine baktığımızda adeta birer tevazu(!),takva(!),irfan(!) abidesi olan bu ilim sahipleri, hem Kur’an’ı , hem Resulullah’ı (s.a.a) ve hem de İmamların (a.s) hayatını çok iyi bilmekte, onların geçmiş zalimlerle olan mücadeleleriyle sohbetlerini süslemektedirler.
Peki, sorun nedir? Neden batılın temsilcileri ömürlerini hakka(!) adayanların seslerinin çıkmasına izin vermekte? Neden hak ile batıl bir arada yaşayabilmekte? Batıl neden hakkın anlatıldığı ortamda hala varlığını sürdürebilmekte? Kılınan bunca namaz, tutulan bunca oruç, eda edilen bunca müstehap amel neden toplumu temizlememekte? Sayıları artan bunca cami, dernek, vakıf varken, bunlara meyleden bunca genç ve bu gençlerin o muazzam potansiyeli varken neden hala “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen” süfyaniler, bütün köşe başlarında zulümlerini devam ettirebilmekte? Her daim bahsedilen yüzde 99′u Müslüman olan bir memlekette neden yüzde 1′in hükmü geçmekte? Varoluşu küfre ve tuğyana bağlı olanlar tv’lerde bile İslam’ın (!) anlatılmasına süfyaniler neden ses çıkarmamakta ve aksine bu faaliyetleri yaymakta?
Bizce sorun imanın sadece şekilsel boyutuyla halka sunulup, etiket olma halinden öteye bir anlam ifade etmemesindedir. Sorun, ömrünü ibadetle geçirme ve raz-u niyaz hali, topluma hiçbir fayda sağlamayacak boyutta anlatılırken, İslam’ın bilfiil hayatın her boyutuna hükmetmesi gerektiği gerçeğinin üzerinin örtülmesidir. Pasifize edilmiş hakkın batıl karşısındaki suskunluğunu, zikirlerle süslemesidir sorun. Namaz kılıp yetim hakkı çalanın, oruç tutup faiz yiyenin, hacca gidip fuhuş yapanın, zulmün sistemleşmiş halini kutsaması, statükoyu korumak adına dini tahrif etmeye uğraşmasıdır sorun.
Oysa hayata hakim olamayan hak, hayata hakim olan her türlü batıldan etkilenecek ve artık tanınamayacak hale gelecektir. Tıpkı durgun suyun kirlenmesi gibi durağanlaşan iman, mücadele meydanından elini eteğini çeken mümin, her ne kadar kendi içine yönelse de dıştan gelecek etkilerden kendini koruyamayacak ve her açıdan gerileyecektir. Ama hareket halinde bulunan iman ve o imana sahip olan mümin, mücadele meydanın da olmanın bereketiyle hem nefsini hem de içinde yaşadığı toplumu ıslah ve ihya edecek, oluşacak olumlu hava ve diriliş ruhu toplumun diğer fertlerini de sararak bir yeniden doğuşu da gündeme getirecektir.
Şuna da değinmemiz gerekir ki ömrünü zikretmeye adayıp, her anlarında dillerinden hak kelamı döküldüğü halde, batıldan rahatsız olmayanlardan daha çok ömrünü mücadele meydanlarında geçirip haktan yana tavır koydukları halde, diğerlerine nazaran daha az ibadet ehli olanların, bulundukları safı doğru seçmiş olmalarından dolayı ecirleri daha fazla olacaktır. Çünkü “vay o namaz kılanların haline”(Ma’un 4) ki kıldıkları namazlar hakkı değil de batılı ayakta tutmakta, verdikleri zekatlar yedikleri yetim hakkından kaynaklanmakta ve zikirleri küfrü ve zulmü meşrulaştırmaktadır. Bu ibadet ve söylem ehlinin bütün varlıkları süfyanileri temize çıkarmaya adanmıştır ve süfyanilerin başlarına gelecek herhangi bir darbe önce bunların ciğerini yakacaktır.
Bunlar zulme karşı meydanları dolduran halkları imansızlıkla suçlamaktan bir an dahi olsa geri durmaz, herkesin önünde dinden imandan bahsedip hakla batılı birbirine karıştırarak işlenen zulümleri gizler ve zalimlerin ömrünü uzatırlar. İmanı tekellerine alan bu ibadeti rayından saptırmışlar güruhu, dilsiz şeytan olmaktan gocunmadıkları gibi hakkı haykıran dilleri de batıl adına susturma görevini icra ederler. İslam tarihini suskunluğun ve zulme rızanın tarihi olarak lanse eder, geçmişe söver şimdiye dua ederler. Nemalandıkları kaynağın kurumaması için var güçleri ile çalışırlar.
Bu ibadet ehli (!) bilmezler ki Hayber’in fethi sırasında iman edip hiçbir amel işlemeden meydana koşan çoban, şehid olup ulaşılabilecek en üst mertebeye çıkmıştır. Veya Şuayp’ın (a.s) gece namazına kalkan kavmi, her ne kadar ibadet ehli bile olsalar, iyiliği emredip kötülükten nehy etmedikleri için zalimleri, helak olmuşlardır. Ya da alınları secdelerden dolayı nasır tutmuşların Nahrevan’da İmam Ali’ye (a.s) karşı savaşacak kadar sapabildiklerini ve İmam’ın (a.s) onları yeryüzünden sildiğini bilmezler. Doğru safta bulunmadıktan sonra kılınan namazların veya çekilen tesbihlerin kıymeti olmadığını, Kerbela’da İmam Hüseyin’in (a.s) karşısına çıkan ibadet ehlinin(!) bugünkü çocukları zaten nereden bilecekler.
Bunlara göre önemli olan şekildir. Bu şeklin dışına çıkılması cehenneme gitmek için yeterlidir. Ama bu şekli zalimler ile birlikte ihya etmek cennetin anahtarıdır. Bu yüzden şeriat(!) ile hükmettiği halde büyük şeytanla dost olan Suudiler, mazlum oldukları için büyük şeytanın zulmüne meydan okuyan Venezuela’dan daha ehvendir bunlar için. Bunlar için koyunlaşmış imanlı(!) nesil, hakkını aramak için haykıran nesilden daha hayırlıdır. Haksızlık karşısında sustukları için şereflerini de yitiren ibadet(!) ehli için Chavez cehennemdeyken, süfyanilerin iki rekat namaz kılmış uşakları cenneti parsellemişlerdir adeta.
Bu tiplerin eline düşmüş olan din afyondur. Bir başka yazımızda bahsedeceğimiz gibi Ali Şeriati’nin (r.a) muhteşem tespitiyle bunlar dine karşı savaşan dinin mücahitleridir. Direnişe karşı uyuşukluğun, dirilişe karşı ölümün ve hakka karşı batılın yılmaz savunucularıdır. Her duaları ve zikirleri zalimleri ihya etmekte, her attıkları adımda küfre ibadet etmekte, süfyanilerin hazırladığı “in”lerindeki inzivaları toplumsal hayatın sapmasına, halkın küfrün eline düşmesine neden olmaktadır. Bunların imanları ateştedir. Amelleri ve söylemleri ateştedir. Çünkü ateş ehlini övmekte ve yaşatmaktadırlar. Malını, canını, namusunu, toprağını velhasıl asıl kutsal olan bütün değerleri savunanların attıkları tek bir adım veya slogan bunların ömürleri boyunca çektikleri tesbihlerden kat be kat daha değerlidir. Necaşi hükmünde olup hakka kucak açan ve hakkın temsilcisi İslam İnkılabına râm olan Chavezin imanı bunların bütününün imanından daha değerlidir. Allah (c.c.) ile aldatmanın “usta”sı olanların dini ile Allah’ın gönderdiği din farklıdır zira.
Umudumuz, zalimlerin ve süfyanilerin, tebliğini türlü yollarla engelledikleri Öz Muhammedi İslam’ın, İran İslam İnkılabının ve İmam Hameney’in şahsında somutlaşan velayet makamının, çabalarıyla tüm yeryüzünün bağrı yanan mazlumlarına ulaşması ve bu mazlumların fıtratlarında olan zulme isyanın, İslam’ın tertemiz sunduğu dünya ve ahiret yaşantısıyla süslenmesidir. İnkılabın doğan güneşinde yürekleri ısınan mazlumların, İnkılabın ışığında hakka yürüdüklerini görmek tek dileğimizdir.
siyasetmektebi.com