7 Mayıs 2014 - 11:39
‘Zülfikar gibi bir kılıç ve Ali gibi bir yiğit yoktur’

İmâm Cafer-i Sâdık’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bedir gününde, Rıdvan isimli bir melek semadan şöyle seslendi: Zülfikar gibi bir kılıç ve Ali gibi bir yiğit yoktur.”

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Abdullah b. Mes’ûd, Resûlullah’tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir: “Ben, Ali’yi hangi savaşa gönderdiysem, mutlaka onun sağında Cebrâil’in ve solunda Mikâil’in hareket ettiğini gördüm. Allah-u Teâlâ, zaferi ona nasip kılıncaya kadar bulutlar da onun üzerini gölgeliyorlardı.” (Keşfü’l-Ğumme, c.1, s.376; Bihârü’l-Envâr, c.39, s.95).

Resûlullah (s.a.a.) buyurdu ki: “Hiç şüphesiz, Ali’nin Amr’a vurduğu darbe, insanlar ve cinlerin ibâdetine bedeldir!” (Mesâbihü’l-Envâr, c.2, s.254; El-Hikem-üz Zâhire, c.2, s.128).

İmâm Cafer-i Sâdık’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bedir gününde, Rıdvan isimli bir melek semadan şöyle seslendi: Zülfikar gibi bir kılıç ve Ali gibi bir yiğit yoktur.” (Ravzatü’l-Vâizîn, c.1, s.128; Bihârü’l-Envâr, c.20, s.86).

İbn Abbâs’tan senetli bir şekilde, Resûlullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Rabbim Bana Zülfikâr’ı verdi ve şöyle buyurdu: ‘Ey Muhammed, şunu al ve yeryüzünün en iyi insanına ver. Ben, ‘Ya Rab, bu kimdir?’ diye sorduğumda, ‘Benim yeryüzündeki halifem olan Ali b. Ebî Tâlib’dir’ buyurdu.” (Keşfü’l-Yakîn, s.216).

Hz. Emirü’l-Müminin Ali’nin (a.s) Sehl b. Hüneyf’e yazdığı mektubunda şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Vallahi ben Hayber’in kapısını bedenî bir güçle ve gıdaya dayanan bir hareketle açmadım; ben melekûti bir güçle ve Rabbimin nuruyla nurlanmış bir ruhla teyid edildim. Ben Ahmed’e (s.a.a) nispetle ışıktan bir ışık gibiyim. Allah’a and olsun ki eğer bütün Araplar benimle savaşmak için bir araya gelip yardımlaşsalar, ben asla onlara sırtımı dönüp kaçmam. Eğer onların hepsinin kafasını uçurma fırsatı bulursam, bir tanesini bırakmam. Evet, ölümünün ne zaman geleceği endişesini taşımayan kimsenin kalbi, olaylar karşısında elbet ki muhkem ve sabit kalır.”

Câbir b. Abdullah’tan şöyle nakledilmiştir: “Hz. Ali (a.s.), Hayber günü (kalenin) kapısını ellerinde tuttu; böylece Müslümanlar onun üzerinden yukarıya çıkıp Hayber’i fethettiler.” (Hilyetü’l-Ebrâr, c.1, s.314; Ravzatü’l-Vâizîn, c.1, s.127).

İbn Cerîr Taberî, kitabında şöyle nakletmiştir: “Hz. Ali dört dirsek boyunda, beş karış kalınlığında olan ve saf taştan yapılmış olan Hayber kapısını sol eliyle taşıdı; öyle ki İmam’ın parmakları, kapıda iz bıraktı! O, kapıyı hiçbir halkası-tutacak yeri olmadan yukarıya kaldırıp, kendine kalkan edindi ve düşmanlarıyla çarpışmaya başladı ve onlara saldırdı. Daha sonra da o kapıyı arkasına doğru kırk dirsek boyu uzaklara fırlattı.” (Hilyetü’l-Ebrâr, c.1, s.315).

Bir rivayette ise şöyle geçmektedir: “O kapı, on beş dirsek boyundaydı. Kapının önüne kazılmış hendeğin eni ise on dirsek boyundaydı. Hz. Ali, kapının bir tarafını hendeğin bir tarafına koydu, diğer tarafını ise elleriyle tuttu ve askerler onun üzerinden geçtiler; hem atlı hem de piyadeden oluşan askerlerin sayısı sekiz bin yedi yüz (8700) idi.” (Hilyetü’l-Ebrâr, c.1, s.315).

y.mesaj

Ekler