24 Ekim 2014 - 15:24
DAİŞ (IŞİD) Kimlere Hizmet Ediyor?

Belki klasik bir cümle ancak vurgulamaktan kaçınmamak lazım; ‘Tehlike yakınlarda’, bizi kuşatmasını bekleyemeyiz. Dönem ‘kırılma ve kopuş’ seçenekleriyle örülü önümüze aşılması gereken zorunluluklar çıkarıyor. Uyanık, tedbirli ve temkinli hareket edilmesi hayati elzem günlerden geçiyoruz.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Yakın geleceğin seyrini bugünden kestirmek zor yine de Suriye ve bölge denklemi öngörülerimizi somutlaştıran veriler sunuyor. Çok aktörlü gelişme dinamikleri üzerinde bütünlüklü durulduğunda tehlike arz eden faktörlerin baskın vaziyet aldığı anlaşılıyor. Belki klasik bir cümle ancak vurgulamaktan kaçınmamak lazım; ‘Tehlike yakınlarda’, bizi kuşatmasını bekleyemeyiz. Dönem ‘kırılma ve kopuş’ seçenekleriyle örülü önümüze aşılması gereken zorunluluklar çıkarıyor. Uyanık, tedbirli ve temkinli hareket edilmesi hayati elzem günlerden geçiyoruz.

Somut koşullar bir yere kadar kerhen olumlu görülebilecek ittifak arayışı ve konjonktürel fırsatlar sundu. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in BM kurulundaki konuşmasında dikkat çektiği gibi; üç buçuk yıl boyunca tekfirci terörizm konulu yapılan uyarıların önemi bugün daha yakıcı şekilde görülüyor. Mevcut yönetimin tasfiyesini koşullamak adına çokuluslu cihadist şebekelerin askeri-mali imkânlarla teşvik edilmesi, onlarca ülkeden militan devşirme faaliyetlerinin sonucu birkaç yıl içinde bölgesel savaş esasına göre hareket eden, kendi kural ve kaidelerini sistematik araçlarla herkese dayatan devasa bir savaş aygıtı yaratıldı.

Selefi İslam etiketliyle İslami kimlikli halklara saldırganlığın adı DAİŞ…

DAİŞ-İslam Devleti’ni bölgedeki silahlı güçlerden ayırt eden özelliği tipik örgüt refleksi ile kategorize edilememesi. Geniş taraftar desteğine vakıf DAİŞ operasyonal kapasitesi ile gayri-nizami harp’ta rüştünü kanıtlayan potansiyele sahip. Saha koşullarına bakılırsa örgütsel formasyonların (Hizbullah faktörü hariç) tamamını yenilgiye uğratabiliyor. Düzenli ordunun hareket alanını sekteye uğratan karşı-savaş taktiklerini ustaca icra edebiliyor. Bünyesine kattığı muhacir unsurların geldikleri coğrafyalardaki deneyimleri ortak potada sentezlemeleri sayesinde birkaç ülkede birden eş zamanlı yeni cepheler açabiliyor. Küresel cihadi yapısıyla mevcut formasyonlar içinde farklı-özgül ağırlığı var. Kendi liderini sözde halife ilan etmesi, Suriye ve Irak topraklarını İD’in kuruluş ve yayılım alanı olarak görmesi (Sykes-Picot anlaşmasını geçersiz sayması) çıtayı yüksekte tutma adımlarıdır. Tasarımı, pratik düzlemde biçimlendirilmesi kısa ve orta vadeli plan-projelere endekslidir. Bölgenin yeniden işgali, dizaynı için emperyalistlerin çıkarlarına hizmet eden yegâne kullanılabilir araçlardan biridir.

Irak ve Şam İslam Devleti örgütünün varoluş sebebini operasyonal ihtiyaçların ürünü olarak; bölgenin yeniden bölüşüm projesi kapsamında düzenlenmesi- tahkim edilmesi gerçeğinden yola çıkarak kaotik tablo içinde ait olduğu düzleme yerleştirebiliriz. Yıkıcı kaos’un anılan projeye katkısını gözden uzak tutmamak gerekir. DAİŞ ve türevleri vahşete eşitlenen savaş tarzıyla negatif işlevler üstlenerek rolünü yerine getiriyor. Kendilerini ‘haçlı seferine’ karşı direnme odağı olarak lanse etmeleri bir örtüden ibaret, objektif ve sübjektif olarak emperyalist-siyonist güçlerin hizmetindedir.

DAİŞ-Ebubekir el Bağdadi çizgisi, Bin Ladin-el Kaide tarzının değişen coğrafi- siyasal etmenlere göre yeniden güçlendirilmiş haliyle devamıdır. Afganistan, Irak, Bosna Hersek, Kafkasya, Irak, Yemen ve Libya deneyimlerinin bileşkesidir. Orta Doğu halklarının başına bela edilen çokuluslu tekfiri terör şebekesinin varoluş-amaç ilişkisini bu deneyimlerin bir toplamı olarak okumak gerekir.

2011 yılı itibarıyla meşru Suriye yönetimine karşı İhvan-I Müslim (Müslüman Kardeşleri örgütü) türü paramiliter çeteler vasıtasıyla darbe tezgâhlayan emperyalist-siyonist güçler ve bölgesel işbirlikçileri bu tezgâhla sonuç alamayınca yürüttükleri savaşı ağırlıkla başka ülkelerden getirilen (muhacir), cihadist unsurların konumlandırıldığı tekfiri çete gruplarını Suriye sahasına sürerek bir üst aşamaya tırmandırdılar. ÖSO şemsiyesi altında buluşturulan selefi İslam tandanslı çeteler zamanla ayrışarak, çatışarak en nihayetinde güdümünde oldukları devletlerin onayıyla kendi örgütsel kanallarını oluşturarak hareket etmeye başladı. IŞİD+el Nusra: el Kaide çıkarımı doğru olsa da aynı eksendeki tekfiri hareketin parçalı vaziyet almasını durduramadı. Bazı durumlarda birlikte ortak saldırılar düzenleyen el Kaide bağlaşıkları alan hakimiyeti, ekonomik rant ve amaç-araç ilişkisine yaklaşım mevzularında kanlı bıçaklı olabilmektedir.

Bölgesel Suriye savaşı 2012 yılından itibaren Suriye halkının kendisine karşı yürütülen vekâlet savaşına dönüştü. Suriye’yle sınırı olan komşu devletlerin yıkım projesine angaje duruşlarıyla topraklarını tekfiri-paramiliter çetelere cephe gerisi olarak kullandırtmaları, silahlı gruplara silah, lojistik, üstlenme ve geçiş kanallarını açık tutmaları yaşanan büyük yıkıma yol açtı. En nihayetinde Şam yönetimi, ordusu ve ulusal savunma güçleri kendi toprakları üzerinde egemenlik hakkına saldırılmasını kabul edemezdi. Vatan savunmasını sürdüren Suriye direnme dinamiklerinin küresel ölçekli saldırılara cevap vermeleri ne kadar doğru ise kirli-karanlık ilişkilerle komşuluk hukukunu çiğneyip tekfirci terör ihraç eden devletlerin dayatmaları bir o kadar yanlıştı. Türkiye’nin bu minvaldeki politikalarının sonuçları malumunuz. ‘Suriye Devrimi’ adı altında ÖSO şemsiyesi altında tahkim edilen çetelerin geldiği nokta kafa kesen, toplu infaz mangaları kuran, insani değerleri altüst eden vahşet sarmalıdır. Zararını sadece hedef alınan halklar değil, bölgenin kültürel yapısı, tarihsel edinimlerle değer kazanan teolojik mirası da yerle bir ediliyor. DAİŞ, el Nusra, İslami Cephe, ÖSO ve türevlerini yaratan egemen güçler aynı zamanda yaşanan etno-inançsal yıkımın ve insanlık trajedisinin sorumlusudur.

DAİŞ’de karşılığını bulan tekfirci terörün daha net anlaşılması açısından şunların altı çizmeli; DAİŞ, el Nusra, Ahrar’uş Şam ve bağlaşıkları Bilâdü'ş-Şâm topraklarında yani Hatay’ın da sınırları dahilinde bulunduğu bölge coğrafyası üzerinde birleşik İslam devleti-halifeliği kurmayı esas alıyor. Pan-İslamist çizgiyle Kur’an-ı Kerim’i ve dinsel kaideleri manipülatif tarzda yorumlayarak icazeti nereden aldıkları meçhul ulemaların fetvalarıyla tek mezhebe dayalı yönetme modeli öngörüyorlar. Kâğıt üzerinde cihadi amaç ilişkisi hadisçiliğe dayalı empoze edilse de tekfirci teröristlerin sistematiği teorik düzleme dayalı şekillenmiyor. Aslında İslami tandaslı hareketler arasında bugüne kadar kaotik yapısı ve düşünsel sefaletiyle uyguladığı şiddetten bağımsız ayrıcalıklı yönü olduğunu vurgulamalıyız.

Bütünlüklü politik görüşü olmayan, teolojik değerlere tezat yönelimlerle mevcudiyetini sürdüren, kirli ve karanlık odakların çıkarlarını gözeterek tırmandırılan vahşeti besleyen çokuluslu kontra bir örgüt DAİŞ.

Emperyalist ve Siyonist savaş merkezlerinin böl-parçala-yönet stratejisinin truva atı bir diğer adıyla selefi İslam adına bölgede İslami kimlikli halka karşı yürütülen yıkıcı savaş projesinin tetiği çeken elidir. Şimdi gerek Suriye’de, gerek Irak’ta gördüğü dış destek sayesinde birçok cephede pratik mevzi kazanan, binlerle ölçülen aktif militana sahip ciddi bir güç odağı haline getirilerek dikkat çekiyor.

DAİŞ’i destekleyenler üç yılı aşkın süredir Suriye’de Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a ve Şam yönetime karşı küresel mutabakatlı saldırgan politika izleyen emperyalist batı devletleri ve bölgesel işbirlikçileridir. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin BM kurulundaki konuşmasında dikkat çektiği üzere; "Batı'nın Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkaslar'daki stratejik hataları dünyanın bu bölgelerini teröristler ve radikaller için bir cennete dönüştürdü."

DAİŞ’in bu oranda büyümesinden sorumlu olan devletler aynı zamanda yarattıkları canavarın kontrol dışı irade ortaya koymasını gerekçe göstererek şimdilerde onu yok etme iddiası taşıyan devletlerin ta kendisi. Ortada anlaşılmaz gibi gözüken ancak örneklerine çokça rastladığımız bir dönüşüm, mevcut politikalarını farklı gündem ve araçlarla sürdürme fiiliyatı var. Tekfirci terörün kontrol dışı görülen destek kanallarını ehlileştirme, başka adreslere transfer ederek eritme ve direnç gösterebilecekleri tasfiye etme üzerine kurgulanan, uygulanabilirliği sorunlu-tartışmalı yeni siyasadan bahsedebiliriz. Elbette henüz sürecin başındayız ve kısa sürede hızlı sonuçlar üretmesi beklenmemeli.

Bölgede çözüm isteniyorsa parametresi Suudi Arabistan, Katar, BAE’den geçmez tam tersine Şam, Tahran ve Moskova ile kurulacak ilişkiyle samimiyetleri ölçülür. Bu denli küresel konsensüs halinden dem vurulduğuna göre pratik karşılığı bir şekilde olur. Ama kesin olan bir şey var oda rejim ihracı temelinde yürüttükleri Suriye stratejisinin çöktüğünü dolaylı yollardan itiraf ettikleridir. İngiliz gazeteci, Ortadoğu analisti Robert Fisk’in ifade ettiği gibi; ‘ESAD şimdi Arap liderlerinin hepsinden daha güçlü.’

DAİŞ çetelerinin Halep’e bağlı Ayn al Arab’ta (Kobane) Kürtlere, örgütlü YPG güçlerine saldırısı yeni bir durum değil. Bu defa önceki yönelimlerine nazaran daha yoğunluklu ve ilerleme kaydederek saldırdı. Hatırlanacak olursa önceleri de Kobane ve Haseke çevresinde Kürtlere, YPG güçlerine dönük bir dizi saldırıları oldu. Güncelde devam eden saldırısı bugüne kadar yaşananlara istinaden derli toplu ve şiddetli olanıdır. Kobane’nin neden hedef alındığını iki başlık altında özetleyebiliriz. Birincisi, DAİŞ’in yayılım alanı göz önüne getirildiğinde Suriye’nin kuzey ve doğu bölgelerini ilan ettiği sözde İslam Devletinin öncelikli sınırları içinde görüyor. Kendine çizdiği doğal sınırlarda onlara biat etmeyen kim-hangi güç olursa aynı vahşeti uyguluyor. Ki, pek medyanın ilgisi çekmedi fakat Kobane saldırısının hemen öncesinde Deyr Zor’da Sünni Arap aşiretlere dönük histerik bir katliam gerçekleştirdi. Güncelde TV ekranlarına spekülatif şekilde yansıyan çıplak- topluca infaza götürülen insanların bulunduğu görüntülerin bir bölümü Deyr Zor’daki aşiret katliamına ait.

Kobane’nin merkezine harita üzerinde bakılırsa batı, doğu ve güneyden DAİŞ’in kontrolü altındaki alanlarla çevrilidir. Halep’in kuzeyi ve Rakka’nın kuzeybatısına sıkışmış bir tablosu var. Bu anlamda haftalardır devam eden saldırının dikkat çekici yanı ABD’nin başını çektiği koalisyon uçaklarının hava saldırılarına, bölgeyi savunan YPG’ye yapılan silah sevkiyatına rağmen tekfirci teröristlerin Kürt savunma güçleriyle aralarındaki onlarca kilometrelik mesafeyi kapatmaları gerçeğidir. Bu da doğallığında Kobane merkezde katliam riskine ve zorunlu göç durumuna yol açtı. İkincisi; Tekfirci teröristlerin medya kaynaklarına yansıdığı gibi son saldırıda Türkiye sınır hattını ikmal ve ilerleme bağlamlı kullandıkları gözlemlendi. AKP hükümetinin IŞİD ve benzeri terör çeteleriyle yakınlık ilişkisine göre Kobane saldırısının suç ortağı AKP hükümeti diyebiliriz. Tabii bunu deşifre eden ve günlerce Suruç’ta sınırı tutan Kürtlerin gösterdiği haklı tepki AKP’yi daha temkinli bir politika izlemeye itti.

Kobane merkezi kuşatılmış olsa da orada direnen, silahlı mukavemet gösteren YPG’nin kalıp savaşma tavrı önemlidir. Yine bu noktada YPG’nin ittifak gücü olarak duyurduğu cihadist çete Liva Tevhid ve paramiliter ÖSO gruplarından oluşan Burkan el Fırat operasyon merkezinin pratik gelişmelere göre IŞİD’i durduramadığı, ilan edildiği alanda DAİŞ’e ciddiye alınabilecek bir varlık gösterememesi ittifakın kofluğunu yansıttı. Saldırının yoğunlaştığı ilk günlerde Burkan el Fırat bileşeni grupların bazı mevzileri terk ettiği, direniş göstermeden onlarca köyden çekildiği bölgeyle ilgili enformatik kaynaklara yansıdı. Kobane’de YPG’nin tekfirci teröristlere karşı bölgeyi savunmasını sahiplenirken, Burkan el Fırat örneğinde yaşandığı gibi Suriye halkına karşı kullanılan cihadist-paramiliter çetelerle dar bölgeci algılarla yan yana gelme tavrını eleştirmek gerekir. Sonuçta yanlıştan doğru çıkmaz.

Ferhat Aktaş

Ekler