Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Erdoğan’la girdikleri tek taraflı, kesin bir itaate dayalı ilişkilerine güvenen camia “Yeni Türkiye” mottosuyla yapılan pazarlama kampanyasından çok ümitli ve heyecanlıydılar.
Bu yenilenen Türkiye’de “reis”in yakın çevresi olarak “gönüllü kulluk”larının semeresini toplamalarının zamanının geldiğini düşündüler.
“Reis”in her türlü emrine en küçük bir ahlaki ve hatta akli itiraz getirmeksizin itaat eden bu kesim, son süreçte tek başına itaatin yeterli olmadığı, aynı zamanda tereddütsüz, gevelemeden ve ölümüne bir itaatin şart olduğu bir sürece gelindiğini hemen fark edemediler.
Oysa bu yeni aşama da ”reis” iktidarının meşruiyetinin hızla eridiğinin farkında ve kendisi için bir “emeklilik “ ihtimalinin olmadığını da görmektedir.
İşte “Yeni Türkiye” olarak kitlelere dayatılan şey, aslında Erdoğan’ın kişisel iktidarı uğruna elindeki tüm kozları ortaya süreceği, gerekirse son hesaplaşmayı sokakta görmeyi dahi göze alacağı kadar kritik bir sürecin adı.
Bu hikâyede Erdoğan kendi şahsında; AKP tecrübesinin tamamen dışına taşmış, dolayısıyla kendisini iktidara taşıyan ittifak ilişkilerini sistemli bir şekilde, kendi kişisel iktidarını pekiştirecek yönde zorlamış, bunu siyaseti sıfırlama noktasına kadar götürmüş ve fakat geldiği noktada sistemle AKP projesi arasındaki uzlaşının özü olan; “ülkeyi yeni dünya sistemine uyum sağlayacak şekilde dönüştürme” yönündeki potansiyelini ve inandırıcılığını da yitirmiştir.
İslami Entelijansiya’da neler oluyor?
2007 seçimlerinden sonra sistematik olarak, 2011 sonrası ise pervasızca yürütülen “reis”in mutlak otoritesi yaklaşımı şu anda bir ölüm kalım savaşının konusudur.
Ve böyle kritik bir aşamada görünen o ki; tüm lümpen karakterine rağmen yine de “İslamcı” gelenekten gelen ve özellikle medyaya yerleştirilmiş olan AKP entelijansiyası, tüm itaatleri ve gayretlerine rağmen artık Erdoğan’ın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklar.
Bunda mezkûr entelijansiyanın, Erdoğan’ın hiçbir zaman haz etmediği ve “entel/dantel” olarak gördüğü bir “yazar-çizer takımı” geleneğinden gelmeleri kadar, AKP’nin -başta Gül olmak üzere- kurucu ekibi ile olan maziye dayalı ilişkilerinin reis tarafından bir risk olarak görülmesinin de etkisi var şüphesiz.
Son dönemde medyadaki balans ayarı, Erdoğan’ın muhafazakâr kamuoyu üzerinde tahkim ettiği hegemonyasına ilişkin en küçük bir sorgulamaya, ve hatta tereddüde dahi tahammülü olmadığını gösteriyor.
Medya işinin patronluğunu ilk elden ve kendi kadrosundan “alaylı”lara ve sadakati için maaş vermesinin yeterli olacağı “profesyonel”lere havale etmesi, niyetin gizlenmeye ihtiyaç hissedilmeyecek kadar açık olduğunu göstermekte.
Yine aynı şekilde bir süredir “Erdoğan’ın liderliğinde devletin İslamileştiği ve cemaatlere artık gerek kalmadığı” yönündeki propagandanın da gösterdiği üzere “yeni Türkiye”de sadece İslami camianın, entelektüel denetimden değil – şu ana kadar itaatte kusur etmemiş olmalarına rağmen- “kanaat önderi” denilen zevatın ahlaki denetimden de tamamen azade olunacak bir zemin ve bunun için de sistematik bir faaliyet yürütüldüğü görülüyor.
Bu minvalde Hayreddin Karaman’ın çok geç kalmış ve artık hiçbir itibarı olmayan çıkışını bu rahatsızlığın bir dışa vurumu olarak değerlendirebiliriz.
Özetle tüm bu işaretlerden; Yeni Türkiye’de, Erdoğan’ın hedef kitle olarak İslami cemaatlere değil, cemaat kimliklerinden sıyrılarak merkez sağ seçmen haline getirilmiş ve milliyetçi hassasiyetler etrafında kümelenmiş bir tabana yaslanmayı düşündüğünü söylenebilir.
Davutoğlu’nun siyasal kariyeri
Meselenin özü aslında kabaca; “Yeni Türkiye”nin siyasal sahnesinde İslami camia adına temsil/kanaat/söz söyleme yetkisi olan, “reis”in dışında herhangi bir başka aktörün bulunmaması, buna cüret edenlere “aklından bile geçirme” mesajının net bir şekilde verilmesi şeklinde tezahür ediyor.
Dolayısıyla başbakanlığa gelmesiyle beraber üzerinde yoğunlaşan baskı karşısında, kendine alan açma çabasındaki Davutoğlu’nun, Erdoğan’ın senaryosunda uzun vadeli bir karşılığı yok.
Daha şimdiden “reis”e yakın çevreler tarafından başarısız ilan edilmiş durumda.
Ancak daha vahimi, sonucu ne olursa olsun seçim sonrası “Yeni Türkiye için –yine- yeni bir başlangıç” hesabı yapan Erdoğan’ın “Arap Baharı” ile başlayan ve Türkiye dış politikasının iflasını veren son dört senenin faturasını tek başına Davutoğlu’na çıkaracağı gerçeği.
Ki böylece kendi yokluğunda hükümet işini yüzüne gözüne bulaştıran kadroların mahkûm edilerek “sağlam irade”nin kurtarıcısı ve “başkan”ı olarak “muhteşem” dönüşünün pazarlanması muhtemel.
Keza Kürt meselesi ve “çözüm süreci”ne ilişkin olarak da Erdoğan’ın tamamen milliyetçi duyarlılığa oynarken, sürecin tüm sorumluluğunu tek başına Davutoğlu’nun üstüne yıkma peşinde olduğu anlaşılıyor.
“Reis”in yakın çevresinden olan MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın, son iki aydır müzakere sürecinden elini çekmesi, Apo ile görüşmeleri “devlet” adına farklı bir heyetin yürütmesi de bu açıdan okunabilir.
Seçim barajına ilişkin Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç’ın çıkışı ve yine Apo’nun “darbe mekaniği çalışabilir” uyarısını bir sonraki yazımızda değerlendirmeye devam edelim.
Kadrican Mendi