Ebu Talib evlilik akdini şöyle okudu: "Allah' a şükürler olsun ki
bize İbrahim ve oğlu İsmail' in zürriyetinden olma şerefi ile bizi
değerli bir şehir, haccedilen bir evle şereflendirdi ve diğer
insanlardan üstün kıldı."
"Muhammed, kardeşim Abdullah'ın oğludur. Kureyş'ten hiçbir genç ondan
değerli değildir. İyilik, fazilet, ileri görüşlülük, akıl ve fikir
bakımından hiç kimse ona ulaşamaz. Gerçi mal bakımından fa- kirdir. Mal
da ebedi olmayan bir gölge ve geri alınacak bir emanettir."
"O, Hatice'yi istiyor. Hatice de onu istiyor. Mehir olarak
istediklerinizi ben uhdeme alıyorum. Allah' a yemin ederim ki, bundan
sonra onun evrensel bir mesajı ve büyük bir makamı olacaktır."[2]
Ebu Talib'in, Risaleti Desteklemesi ve Genel Davetin Başlangıcı:
İbn-i İshak şöyle yazıyor: Resulullah kavmine İslâm' ı tebliğ edip
davetini onlara Allah'ın buyurduğu şekilde açıklayınca akrabaları ondan
ayrılmadı ve ona itiraz etmediler. Ama Resulullah onların putlarını
tahkir edince bu onlara ağır geldi. Allah'ın, İslam nuruyla koruduğu bir
avuç kimseler dışında hepsi ona karşı cephe aldı. İşte bu ortamda Ebu
Talib Resulullah'ın yardımına koştu. Böylece Peygamber de huzur ve ümit
içinde risaletini eda ediyordu. Dolayısıyla hiçbir şey ona engel
olamıyordu.
Kureyş, Peygamberin kendi ilahlarına kötü söylediğini Ebu Talib'e
şikayet ettiklerinde Ebu Talib Peygambere gelerek şöyle dedi: "Yeğenim!
Kavmim bana gelerek şikayette bulundular. Hem bana hem de kendine bir
lütufta bulun da gücümün dışında kalan bir şey yapma."
Resulullah şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki, güneşi sağ elime ve ayı
da sol elime verecek olsalar yine de davamdan vazgeçmem. Ya Allah dinini
galip kılacak, ya da bu yolda öldürülünceye kadar çalışacağım. "
Peygamber daha sonra ağladı. Gitmek istediğinde Ebu Talib ona "Yeğenim
geri dön." diye seslendi. Resulullah da geri dönünce Ebu Talib şöyle
dedi: "Git ve ne istiyorsan söyle. Allah'a andolsun ki seni asla onlara
teslim etmeyeceğim."[3]
Bir rivayette de yer aldığı üzere Ebu Talib Ali'ye, "Oğlum seçtiğin bu
din nedir?" diye sordu. Ali (a.s): "Baba, ben Allah'a ve Resulü'ne iman
ettim. Peygamberin elçiliğini tasdik ettim. Allah için onunla namaz
kıldım ve kendisine tabi oldum." dedi.
Ebu Talib ise cevap olarak şöyle buyurdu: "İyi bil ki Peygamber seni
iyilikten başka bir şeye davet etmemiştir. O halde ona tabi ol."[4]
Seyyid Fehhar şöyle yazıyor: Bir gün Ebu Talib, oğlu Cafer ile birlikte
yürürken Peygamber ile Ali'nin namaz kıldığını gördü. Ebu Talib, oğlu
Cafer'e: "Amcanın oğluna katıl." diye buyurdu. Böylece Cafer de
Resulullah ve Ali ile birlikte namaz kıldı. Bu esnada Ebu Talib şu şiiri
okudu:
"Ali ve Cafer musibet ve zorluk anlarında benim dayanaklarımdır. Onu
yalnız bırakmayın ve amcanızın oğluna yardım ediniz. O amcanız
kardeşlerimiz arasında bir anne ve babadanız .
Allah'a andolsun ki, onu yardımsız bırakmayacağım. Oğullarım arasında temiz nesepli olanlar onu yalnız bırakmayacaktır."[5]
Şeyh Mufid şöyle demiştir: "Ebu Talib'in iman ettiğinin bir delili de
oğlu Ali ve Cafer'e Resulullullah'a itaat etmelerini emretmesidir."
Ebu Talib kardeşi Hamza'ya da Resulullah'a (s.a.a) yardım hususunda şöyle buyurdu:
"Ey Hamza! Ahmed'in dininde sabırlı olmak gerekir. Bu dine yardımcı ol
ki, bu sabır sayesinde tevfik kazanasın. Rabbinden hak ile geleni savun.
Bu yolda sadık ve azimli ol. Hakkı asla gizleme. 'O' na i'inan ettim'
demen beni çok sevindirdi. O halde Allah için Resulullah' a yardımcı
ol."[6]
İbn-i Sa'd şöyle diyor: Kureyş İslam'ın aşikâr olduğunu ve Müslümanların
Kâbe'nin etrafında toplandığını görünce paniğe kapılıp Ebu Talib'in
yanına koştular ve şöyle dediler: "Sen hepimizden üstünsün,
efendimizsin. Bu akılsızların yeğenine uyarak neler yaptığını görüyor
musun? İlahlarımızı terk edip bizlere dil uzatıyor ve cahil olduğumuzu
söylüyorlar."
Ammare b. Velid' i de beraberinde getiren Kureyşliler sözlerine şöyle
devam ettiler: "Biz sana Kureyş gençlerinin en güzelini , yücesini ve
tatlısını getirdik." dediler. "Onu sana veriyoruz. Sana yardımcı olur.
Sen de yeğenini bize teslim et ki, onu öldürelim. Zira bu iş kabilemiz
için daha hayırlı bir sonuçtur."
Ebu Talib: "Benimle insaflı konuşmadınız." dedi. "Siz, yeğeninize bakmam
için bana veriyorsunuz. Ama kendi yeğenimi öldürmeniz için sizlere
teslim etmemi istiyorsunuz. Hayır, bu insaf değildir."
Onlar, "O halde yeğenini çağır da onunla insaflı konuşalım." dediler.
Resulullah (s.a.a) gelince Ebu Talib şöyle dedi: "Ey yeğenim! Bunlar
amcaların ve kavminin büyükleridir. Seninle insaflı bir şekilde konuşmak
istiyorlar." Resulullah (s.a.a): "Sözünüzü söyleyin, ben sizleri
dinliyorum" dedi.
Onlar dediler ki: "Bizi ilahlarımızla baş başa bırak. Biz de seni
ilahınla baş başa bırakalım." İbn-i Saa'd'ın nakline göre, Ebu Talib:
"Bunlar insaflı konuşuyorlar. Kabul et." dedi. Resulullah şöyle buyurdu:
"Sizin bu teklifinizi kabullenirsem, sizleri Arapların padişahı kılacak
ve Arap olmayanların da karşınızda hor ve hakir olmasını sağlayacak bir
kelimeyi dile getirmeye hazır mısınız?"
Ebu Cehil şöyle dedi: "Evet bu yararlı bir sözdür. Evet babana andolsun ki, onu ve benzeri onlarca kelimeyi de deriz."
Resulullah: "O halde 'lailahe illallah' deyiniz" diye buyurdu. Bu sözden
dolayı kızarak kalkıp oradan ayrıldılar. Kendi aralarında, şöyle
dediler: "Artık asla onun yanına dönmeyeceğiz. En iyisi onu habersizce
katledelim." dediler.
O gece Resulullah'tan bir haber alınamadı. Ebu Talib ve Peygamberin
amcaları Peygamberin ikamet etmekte olduğu yere geldiler, ama Peygamberi
bulamadılar. Ebu Talib, Haşimoğulları ve Muttalib oğullarından bir grup
genci etrafına toplayarak onlara şöyle dedi: "Hepiniz keskin bir kılıç
alıp benimle gelin. Her biriniz Kureyş büyüklerinden birinin, özellikle
de Ebu Cehil'in yanına oturun. Eğer Muhammed öldürülmüş ise Ebu Cehil de
yaşamamalıdır." Gençler de: "Dediğini yerine getireceğiz." dediler.
Bu esnada Zeyd b. Harise geldi. Ebu Talib, "Yeğenimi görmedin mi?" diye
sordu. Harise: "Gördüm, az önce birlikteydik." diye cevap verdi. Ebu
Talib şöyle dedi: "Onu görmedikçe eve gitmeyeceğim."
Zeyd hemen "Safa" kenarındaki bir evde Müslümanlarla konuşmakta olan
Resulullah'ın (s.a.a) yanına vardı ve durumu kendisine iletti.
Resulullah kalkıp Ebu Talib'in yanına geldi. Ebu Talib şöyle dedi:
"Yeğenim, neredeydin? İyi misin?" Resulullah (s.a.a) "Evet" diye
buyurdu. Daha sonra Ebu Talib "Evine git:" dedi. Resulullah (s.a.a) da
kalkıp evine gitti.
Sabahleyin Ebu Talib Resulullah'ın (s.a.a) elinden tutarak Haşim
oğulları ve Abdulmuttalib oğullarından bir grup ile birlikte
Kureyşliler'in yanına geldi ve şöyle dedi:
"Ey Kureyşliler! Acaba ne yapmak istediğimi biliyor muydunuz?" Onlar,
"Hayır" deyince Ebu Talib onlar hakkında almış olduğu kararını açıkladı
ve beraberindeki gençlerden kılıçlarını çıkarmalarını istedi. Gençler de
beraberlerinde bulundurdukları keskin kılıçlarını çıkartıp gösterdiler.
Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun eğer Muhaınmed'i
öldürmüş olsaydınız, sizleri yok edinceye kadar savaşırdım." Bu sözler
karşısında Kureyşliler özellikle de Ebu Cehil dehşete kapıldı.[7]
İbn-uz Zab'ari'nin Hikayesi:
Rivayette yer aldığı üzere bir gün Resulullah (s.a.a) namaz kılmak için
Kâbe'ye gitti. Namaza durunca, Ebu Cehil etrafındakilere şöyle dedi:
"Kim bu adamın yanına gidip namazını bozabilir?"
İbn'uz Zab'ari adında birisi elini hayvan pisliğine ve kana sürerek Resulullah'ın yüzüne sürdü.
Resulullah namazdan çıkarak amcası Ebu Talib'in yanına gitti ve
"Amcacığım, bana ne yaptıklarını görmüyor musun?" dedi. Ebu Talib "kim
yaptı?" diye sorunca Resulullah, "Abdullah b. Zab'ari" diye cevab verdi.
'
Ebu Talib kılıcını alarak Kureyşlilerin yanına gitti. Onlar Ebu Talib'i
görünce ayağa kalkmak istediler. Ebu Talib onlara şöyle dedi: Allah'a
andolsun yerinden kalkanı kılıcımla oturturum."
Ebu Talib daha sonra eline bir miktar hayvan pisliği alarak onların yüz,
sakal ve elbiselerine sürdü ve onlara ağır sözler söyledi.[8]
Kureyş Vesikası:
Ebut Talib, Kureyş'in, Resululah'ı (s.a.a) öldürmeye kesin karar
aldığını duyunca şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki, beni defnetmedikleri
müddetçe sana dokunamazlar, sen benim hayrımı dileyerek davet ettin, sen
sadıksın (söylediğin doğrudur) ve eminsin. Sen dinlerin en hayırlısını
getirdin."
Ebu-l Futuh Razi bu hususta şöyle diyor: "Bu sözler Ebu Talib'in imanını
açıkça göstermektedir. Zira 'Sana iman ettim ve seni tasdik ettim.'
sözü ile 'Sen sadıksın' sözü arasında hiç bir fark yoktur."[9]
Kureyş, Resulullah'ı öldüremeyeceğini ve Ebu Talib'in Resulullah'ı
(s.a.a) himayeden el çekmeyeceğini anlayınca Peygamberi öldürmek için
kendilerine teslim edinceye kadar Haşim oğulları'yla alış verişi
keseceklerine dair kendi aralarında bir vesika imzaladılar. Böylece
Resulullah, Haşimoğulları ve Muttalib oğullarından olan yakınlarıyla
birlikte bir vadide muhasara altına alındı.
Bu muhasara tam üç yıl sürdü. Bu müddet zarfında Resulullah, Ebu Talib
ve Hatice tüm mallarını harcadılar ve büyük bir sıkıntı ve yokluğa
düştüler. Allah-u Teala, Resulüne Kâ'be binası içine asılı olan
vesikayı, Allah kelimesi müstesna, hepsini böceklerin yiyip yok
ettiklerini vahyetti.
Resulullah da durumu Ebu Talib'e bildirdi. Daha sonra hep birlikte gidip
Kâbe'nin yanında oturdular. Kureyşliler şöyle dediler: "Ey Ebu Talib,
artık sözünü hatırlamalı, kavminle dostluk kurmalı ve yeğenin
hususundaki tutuculuğundan el çekmelisin." Ebu Talib onlara, şöyle dedi:
"Ey kavmim! Vesikayı getirin belki sıla-i rahim etmek ve kini ortadan
kaldırmak için bir yol buluruz."
Vesikayı getirdiler Ebu Talib onlara şöyle dedi. "Bu sizin imzaladığınız
vesikadır. Bu vesikaya hiç dokundunuz mu?" Onlar "Hayır" dediler. Ebu
Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah-u Teala Resulüne bu vesikanın Allah
kelimesi dışında tamamen yok edildiğini vahyetmiştir. Şimdi eğer doğru
söylüyorsa ne yapacaksınız?" Onlar, "Ondan el çekeriz." dediler. Ebu
Talib de "Eğer o yalan söylemişse o zaman da öldürmek için sizlere
teslim ederim." dedi. Onlar da "insaflı konuştun, iyi dedin" dediler.
Vesikayı açtıklarında Allah kelimesi dışında tüm yazılanların yok edildiğini gördüler.
Ama buna rağmen inatla, "Bu yeğeninin büyüsüdür." dediler.
Ebu Talib şöyle dedi: "O halde niçin biz muhasaraya teslim olalım?
Halbuki siz buna daha layıksınız." Ebu Talib daha sonra
beraberindekilerle Kâbe perdelerinin içine girdi ve şöyle dedi:
"Allah'ım bize zulmedenlere, bizimle akrabalık ilişkilerini kesenlere ve
bizlere layık olmadığımız şeyleri yakıştıranlara karşı yardım et
bize."[10]
------------------------------------------------------------------------------------------------
[1]- Kamil-i İbn-i Esir, c.l,s.472.
[2]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c. 14, s. 70.
[3]- Sire-i İbn-i İshak, s.154.
[4]- Tarih-i Taberi, c.2, s.214.
[5]- İman-u Ebi Talip, s.39.
[6]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c. 14, s. 76, el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib, s.277.
[7]- Tabakat-ı İbn-i Sa'd, c.1, s.201-202.
[8]- Tefsir-i Kurtubi, c.6, s.405, el-Kafi, c.1, s.449.
[9]- Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.4, s.407.
[10]- Sire-i İbn-i İshak, s.163-164. Kamil-i İbn-i Esir, c.l, s.504-506, Tarih-i Yakubi, c.2, s.33.