Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Dünyanın en mazlum ve en cahil bırakılmış topluluklarından biri olan Kürtler, şimdiye kadar içlerinden çıkan değerleri ya hiç tanıyamadılar, ya da sadece ismen tanıyıp hiçbir zaman derinlikli araştırmaların konusu yapamadılar. Melayê Ciziriler, Şeyx Ehmedê Xaneler, Suhreverdiler ve daha birçok arif, ilim erbabı Kürt hiçbir zaman kendi halkları içerisinde hak ettiği değere ulaşamadı.
Gerek ilim erbabı, gerekse tarihsel geçmişimize sahip çıkamamanın üzüntüsüyle; tanıdığım ve ilmine, ahlakına, düşünsel anlamda özgürlüğüne hayran kaldığım Kürdistan’ın yaşayan nadide çiçeklerinden birini anlatmak istiyorum bu kısa; ama mukaddime sayılabilecek makalemde.
İlim ve bilgelik evi olan bir ailenin çocuğu olarak, 1960 yılında Eruh’da dünyaya gözlerini açan birini anlatacağım bugün. Adı Seyyid Ali Bohti olan birini. Kürdistana Bakur’da gözlerini açıp, rojhılat’ın da dahil olduğu İran’da hayatını devam ettirecek birini.
Eruh’un İrs köyünde hayata gözlerini açan Seyyid Ali çocukluğunu bilgelik yuvası olan bir evde geçirmenin avantajıyla sürekli ilimle meşgul olmuş, babası ve ağabeylerinin terbiyesiyle büyümüştü. Seyyid Ali babasının ilme olan aşkı nedeniyle Irak’a gitmiş ve burada 9 yılını geçirmişti. Geçen 9 yılın ardından Türkiye’ye dönen aile, baba Seyyid Xelil’in bitmek bilmeyen sevdası nedeniyle, kısa bir süre sonra yeni bir maceraya girişecekti. Bu kez güzergah doğunun gizemli ülkesi, dünya medeniyetine büyük katkılar sunmuş Şehinşahlar ülkesi İran’dı. Yıl Hicri 1356 Miladi 1978 yılıydı. Yeniden İslam’ın gür sesini tüm aleme duyuracak İnkılabın doğum sancılarının başladığı yıllardı.
Devrimden önce İran’a yerleşen Seyyid Ali ve ailesi İnkılaba ve inkılabın getirdiği değerlere sıkıca bir bağlılıkla beraber, Kürdistan’ın ezilen halklarını da unutmamıştılar. Öyle ki kendi halkına dinlerini anlatabilmek için Kürtçe Dergiler dahi çıkarmıştılar.
Bu çalışmalarına nasıl başladığını şu şekilde anlatıyordu bir röportajında Seyyid Ali:
“İran İslam inkılabından sonra elimize büyük bir fırsat geçti. İmam Humeyni bütün aleme, bütün halklara ve milletlere büyük bir özgürlük ortamı oluşturdu. Bizde bu fırsatla, eğer Kürt milletine kendi dilinde dinini anlatmazsak, hem bizlere hem de halka yazık olacak dedik. Bu esas üzerine istedik ki Kürt milletine kendi dilinde dini anlatalım ve Amanc Dergisi’ni çıkarmaya koyulduk. Sonra takriben 8 yıla kadar üç ayda bir olmak üzere bu dergiyi yayımladık.”
Halkına olan sevdasının yanında, dinine ve bilgiye de büyük bir sevda besleyen bu değerli şahsiyetle İran seyahatim sırasında tanışma fırsatım oldu. İran’da kaldığımız sürece bizi büyük bir misafirperverlikle ağırlayan Seyid Ali ile uzun sohbetler etme fırsatı bulmanın yanı sıra, karakterini gözlemleme şansım da oldu.
İlk edindiğim izlenim yaşına ve hastalığına rağmen bizimle evlatlarıymışız gibi ilgilenmesi ve bizlere büyük bir ihtiram göstermesiydi. Tevazunun bir insanda nasıl cisimleştiğini görme fırsatı vermişti seydamız bizlere. Kendimizi evimizde hissetmemizi sağlamamızın yanı sıra, kendisinde de baba şefkati görmüştük. Gelen her misafir onun yanında kendini rahatça ifade edebiliyor, karşısında büyük bir alim olduğu için dikkatli olma gereksinimi duymuyordu. Böylelikle herkes her istediği soruyu rahatça sorabiliyor ve gerektiğinde rahatça da itirazlarını dile getirebiliyordu. Seyda ise bu itirazları şaşılacak derecede büyük bir olgunlukla karşılıyor ve aynı rahatlıkla cevaplamaya çalışıyordu.
Ahlakı, mütevaziliği ve misafirperverliğinin yanında büyük bir ilmi birikime de sahipti seydamız. İlmi birikiminin yanı sıra özgür düşünceye, felsefeye ve eleştiriye de alışılmışın dışında önem veriyordu. Gördüğüm alimlerin birçoğuna nazaran, kendisinin akla ve onun çıkarımlarına çok fazla önem veren bir yapısının bulunması şahsımın ona daha da çok bağlanmasına neden olmuştu.
Seyyid Ali’deki en belirgin özelliklerden biri de vahdete olan hassasiyetiydi. Sürekli bizlere mezhepçiliğin zararlarından ve İslami vahdetin faydalarından bahseden Seyyid Ali, İslam İnkılabı rehberi Seyyid Ali Hamanei’ye de büyük bir aşkla bağlıydı.
Bir röportajında, “Fakihler bir meselede delil tam ve açık olmazsa o meseleyle ilgili caiz ya da caiz değil tabirini kullanırlar. Fakat delil çok güçlü olursa falan mesele haramdır der. Ve bakıyoruz ki rehber vahdet konusunda caiz tabirini değil, haramdır tabirini kullanıyor. Bu da rehberin bu mesele hakkındaki ciddiyetinin delilidir. Artık bu meselenin siyasi olduğunu söylemenin bir anlamı yok.” Diyerek bizlere vahdetin önemini kavratıyordu.
Bu kısa makalede Seyyid Ali gibi birinin tüm vasıflarını yazmanın imkansız olduğunu bilerek yazımı daha fazla uzatmıyor ve tüm dostlarımdan muhakkak gidip bu değerli insanla tanışmalarını istiyorum.
Nuri Akçay/taha haber
https://twitter.com/akcay_nuri
