19 Mayıs 2014 - 09:47
Nasıl Bir Dünya ? -2- (Özgürlük)

İçinde barındırdığı güçler vasıtasıyla tüm yeryüzüne hükmedebilen insanoğlunun, bütün bu melekelerini yerli yerinde kullanabilmesi için ihtiyaç duyduğu en önemli olgu özgürlüktür.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Her açıdan kendini ifade edebilme gücünün ve hakkının tanımı olan özgürlük, sahip olunan potansiyelin ortaya çıkabilmesi için de zorunlu şarttır. Önüne set çekilmeyen her akıl ve her ruh, tekamülün sınırsız dünyasında kendi hızının elverdiği ölçüde ilerleyebilecek ve ulaşması için yaratıldığı hedefe daha çok yaklaşacaktır. Bu ilerleme ve hedefe ulaşma yolculuğunda ihtiyaç duyulan azık olan özgürlük, zihni ve ruhu bütün bağlarından kurtararak sınırlara hapsolmalarını engellemekte, yaratılmış alemin içinde olabildiğince uzağa gitmelerini sağlamaktadır.

Özgür kılınmış bir ruha ve zihne sahip her insan, diriltilmiş bir bilinçle dünyaya bakacak ve içinde bulunduğu toplumu ve şartları gerçek halleri ile algılayabilecektir. Uyanık zihni ile hem kendisini ve hem de toplumun dertlerini daha rahat teşhis edebilecek ve çözümler üretebilecektir. Aynı şekilde kendisinin önünde bulunan yollardan istediğini yine kendi inisiyatifiyle seçebilecek, bu seçimin sonucunda iyi veya kötü olası sonuçları yüklenme sorumluluğunu da almış olacaktır. Bu anlamda bakıldığında her özgürlük aynı zamanda bir sorumluluk bilincinin de oluşmasında ki en etkin temeldir. Ve her özgürlük aslında başka bir bağla kendini kısıtlamanın da bir diğer adıdır. Burada önemli olan özgürlüğün hangi alanda ve kimlere karşı elde edilmesi gereken silah olduğudur. Aksi takdirde birbirine muhtaç yaratılmış olan insanoğlunun birbirinden tamamen azad olmasını beklemek, insanı ve yaratılışını idrak edememek demektir.

Sömürü dünyasının eli sopalı iktidarlarının, halkların özgürlüklerini ellerinden alırken kullandıkları en temel argümanın yine “özgürlük” olması, yukarıda bahsettiğimiz özgürlüğün hangi alanda ve kimlere karşı elde edilmesi gerektiği sorununu da gündeme getirmektedir. Tek boyutlu olmadığı için hem maddi hem de manevi tekamüle ihtiyaç duyan insanı, emperyalizmin egemenliğindeki coğrafyalarda sınırsız maddi özgürlükle ruhsuzlaştıran zalimler, insanlıklarını ellerinden aldıkları insanların insanca yaşama haklarından bahsetmekte, her türlü hayvani arzuların tatminine müsade etmeyi insanca yaşama olarak lanse etmektedirler. Midelerini ve şehevi arzularını tatmin ettikleri insanların, insan oluşlarının temel belirtisi olan zihinlerini ve ruhlarını aç bırakarak aslında kendileri açısından terbiye edilmiş iki ayaklı yaratıklara hükmedecekleri bir dünya düzeni kuran ve bu düzeni tüm yeryüzüne yayma çabasında olan zalimler, buna karşı herhangi bir itiraza tahammül edemeyip gerçek yüzlerini sergilerken, aslında hangi özgürlüğün havarisi olduklarını da ortaya koymuş olmaktadırlar.

Sorgulamanın ve düşünmenin yasak olduğu “gelişmiş medeni ülkelerde”, bu yasak öyle “usta”ca işlenmektedir ki, halklar yasağın farkında bile değillerdir. Sürekli, düşünme özgürlüğü dahil bütün özgürlüklerin havarisi rolüne bürünen bu süfyaniler, halklara fark ettirmeden “neyi düşünmeleri gerektiğini” ve “neyi sormaları gerektiğini” de çeşitli yollarla öğretmekte ve özgür olduğunu zanneden halklar yine zalimlerin çizdikleri sınırlar içerisinde hareket ettiklerini farkına varamamaktadırlar. Kendilerine yönelik her türlü itirazı yine kendi elleriyle şekillendirmekten geri durmayan süfyanilerin tasallutu altındaki halklar, kendilerine ait olmayan cümleleri kendilerininmiş gibi sahiplenmekte ve bu konuda “özgürlüğün” dayanılmaz hafifliğini yaşamaktadırlar. Süfyanilerin şekillendirdiği “özgür” ortamlarda asla ve asla zulmün temeline yönelik bir eleştirinin oluşturulamaması bu bağlamdaki özgürlüğün en şiddetli esaret olduğunun da ispatıdır.

Şehevi arzuları ön plana çıkarıp, halkların ilgisini bu arzulara yönelten süfyaniler, “özgür” bırakarak şereflerini, imanlarını, insanlıklarını çaldıkları halkları, nefislerinin kölesi haline getirmekte, bu köleler efendilerinin her arzusunu yerine getirmek için süfyanilerden daha fazla “özgürlük” talep etmektedirler. Çeşitli farzların bile, nefsin isteklerini tatmin etmek için kullanılan araçlara dönüştürüldüğü zulmün egemen olduğu topraklarda yaşayan halklar, bu arzularına ulaşmak için daha fazla paraya ihtiyaç duymakta bu da sömürü düzenlerinde köle olarak çalışmaya hevesli bir kitlenin oluşmasına neden olmaktadır. İnsanca yaşamak isteyenlere sınırsız engel ile karşı çıkan ve onların her türlü ihtiyacını sadece asgari düzeyde karşılayan süfyaniler, insanlığından taviz vermeyecek olan bu mazlumların emeklerini sonuna kadar sömürüp bunlara sadece “güzelce ölme hakkını” layık görürken, nefislerin önündeki perdeleri birbir yırtıp gayri islami ve insani yaşam arzulayanların bu arzularına ulaşma yollarını ise sürekli açık tutmaktadırlar.

Bütün bunların sonucunda yetişen yeni nesil köleler, hedefleri olmayan, haklarının farkında olmadıkları için onları arama gibi bir dert te taşımayan, kendilerinden başkalarının yaşantılarını umursamayan, dertleri ile dertlenmeyen, zulmü teşhis edebilecek bir bilince sahip olmadıkları için zalimi ölesiye seven, aldıkları asgari ücreti bir yemekte rahatça harcayan sermaye sahiplerinin iktidarına meyl eden, toplu kıyımlarla halklarının soyunu kurutmaya niyetlenmiş olan süfyanilere destek çıkan, faizi, fuhşu, hırsızlığı meşru görmeye başlayan ve bunları işleyenlere ses çıkarmadıkları gibi kendileri de bu günahlara rahatça meyletmeye başlayan varlıklar haline gelmekte, bu sayede en büyük esaret olan sessizliği kutsayarak süfyanilerin hükmüne razı olmaktadırlar.

Oysa insanı Yaratan’ın (c.c) ona gönderdiği en mükemmel din olan İslam, her boyutunun farkında olduğu insanı, geldiği cennete geri götürmek için kamil hale getirmeye çalışmakta, yeryüzünün bu halifesine değerini hatırlatmakta bunun yolunun “özgürlükten” geçtiğini vurgulamaktadır. Kula kul olmayı ve nefse kul olmayı özgürlük olarak kabul etmeyen İslam, yalnız Allah’ın (c.c) buyruklarına uygun olarak hareket edildiğinde gerçek anlamda özgürlüğe kavuşulabileceğini, insani melekelerin ancak bu sayede gün yüzüne çıkabileceğini vurgulamaktadır. “Asla başkasına köle olma, Allah seni hür yaratmıştır”(İmam Ali (a.s)) ilkesini en derin manasıyla temsil eden İslam, insana hak ve batıl olarak iki yol sunmakta ve ikisinden hangisini seçerse onun sorumluluğunu da üstlendiğini belirtmektedir. Bu yollardan ikisinin de olası sonuçlarını insana anlatarak onu uyarmakta ama seçimine asla karışmamaktadır. “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur.” (Bakara 256) buyuran Allah (c.c.), hakla batılın ayrıldığını ve insanların bunlardan birini tercih etmesi gerektiğini belirtmekte ve bu seçim sürecinde “kendisinin iman edenlerin yardımcısı olacağını ve onları karanlıklardan nura çıkaracağını, inkar edenlerin velisinin ise tağut olacağını ve onları nurdan karanlığa çıkaracağını”(Bakara 257) beyan ederek hak cephesinin ve batıl cephesinin akıbetlerini de bildirmektedir.

Burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki İslam’ın özgürlükten anladığı asla ve asla zalimlerin kendi iktidarlarını sürdürebilmek için insanları nefislerinin kölesi yapmalarına yarayan hayvani bir özgürlük değildir. İslam insanın kamil insan olması için çabalamakta, bu anlamda zihnini ve ruhunu özgür kılmak için uğraşmaktadır. Bir bütün olarak Kur’an akletmenin önemini vurgulamakta akletmeyen geçmiş nesilleri yererek yeni nesle neyi ön plana çıkarmaları gerektiğini göstermektedir. Malayani işlerle vakit geçirmek için yaratılmamış olan insanın bütün ömrünü bu tür bir esaret altında geçirmesi İslam’ın kabullenmediği ve tasvip etmediği bir durumdur. Yüce alemlere ulaşma yolunda yürümeye çalışan insanın önündeki tüm engelleri açmayı ve onu özgür kılmayı amaçlayan İslam, bunu sağlamak için bu insanın tekamül yolunda yoldan sapmasına neden olacak bütün fesatları da yeryüzünden kaldırmayı, duru ve temiz bir ortamı inşa etmeyi bütün iman edenlerin vazifesi olarak sunmaktadır.

Aslında İslam’ın hükmü hem Müslümanların hem de gayri Müslimlerin insanca yaşamalarının garantisi demektir. Çünkü İslam kendi kanunları altında yaşayan toplulukların inancına müdahale etmemekte, hakkı arayana yardımcı olduğu gibi, hakla işi olmayıp dünyalığının derdinde olana da toplumda ifsada neden olmadığı ve kendi mahreminde kaldığı müddetçe müdahale etmemektedir. Her türlü fikre hareket alanı tanımakta, düşündüğü için diğer canlılardan farklı olan ve onlara hükmedebilen insanın bu en temel özgürlüğünü garanti altına almaktadır. Diğer taraftan helal dairesi içinde insanın dünyevi arzularına da ulaşmasını sağlamakta olan İslam, bütün boyutlarıyla insanın insan olma sürecinde “özgür” kalmasını sağlamaktadır. Bu sayede hem şerefini hem de şahsiyetini koruduğu insanı “Allah’ın (c.c) halifesi” ünvanıyla taltif etmektedir.

Maddi boyutu ön plana çıkarıp insanı nefsine köle ederek “özgürleştirdiğini” ifade zulüm sistemlerinin, bu “özgürlük” üzerine saltanatlarını kuran zalimlerine karşı, yalnız Allah’a (c.c.) boyun eğmeyi öğretip, başka hiç kimsenin karşısında boyun eğmemeyi tavsiye eden İslam, her boyutuyla insanın gerçek anlamda “özgürleştirildiği” yegane din, inanç ve sistem olduğu için, tüm yeryüzü mazlumlarının haklarını elde edebilmelerini sağlayacak tek kurtuluş yoludur. Hem dünya ve hem ahiret saadetini arzulayan insanın yöneleceği tek kapı, dünyayı ve ahireti yaratıp buralardaki kuralları belirleyen Allah’ın (c.c) kapısıdır ve bu kapı bütün insani kemallere, özgürlüklere, şahsiyete, izzete, onura, adalete açılan kapıdır. Bun kapıdan girmeyenlerin, girecekleri kapıların karşılarına çıkaracağı manzaradan kendileri sorumludur. Bu sonucu seçmekte herkes “özgürdür”…

siyasetmektebi

Ekler