AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA
Perşembe

30 Mart 2017

13:01:28
820890

Özgündüz: İmam Humeyni’nin Tavsiyesi Üzerine Cami Yapmaya Yöneldik

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA muhabiri, İmam Humeyni’nin (r.a) Necef’teki mürit ve öğrencilerinden Türkiye Zeynebiye Hareketi Kurucusu ve İstanbul Cuma İmamı Sayın Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin Hacı Şeyh Salahattin Özgündüz ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA muhabiri, İmam Humeyni’nin (r.a)  Necef’teki mürit ve öğrencilerinden Türkiye Zeynebiye Hareketi Kurucusu ve İstanbul Cuma İmamı Sayın Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin Hacı Şeyh Salahattin Özgündüz ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Sayın Özgündüz, lütfen İmam Humeyni (r.a) ile nasıl tanıştığınız konusunda bizleri aydınlatırmısınız?

Ben 1960’ın ikinci yarısında Şia âleminin ilim merkezi olan Necef’teydim. O zamanlar Necef’te dört büyük taklit mercii vardı. Necef İlim Havzası’nın yönetimi ve müdiriyeti, Ayetullah Seyit Muhsin Hekim’in elinde bulunmaktaydı.

Ayetullah Seyit Muhsin Hekim’in vefatından sonra, Ayetullah Hoi, Ayetullah Şahrudi ve İmam Humeyni (r.a) Necef’in önde gelen taklit mercileri arasında yerlerini aldı. Necef’te diğer taklit mercileri olmasına rağmen, İmam Humeyni (r.a) taklit mercileri arasında en meşhur olanların başında geliyordu.

Ben Necef’e gitmeden önce taklit mercii olarak Ayetullah Hekim’den taklit etmekteydim. Ayetullah Hekim’in vefatından sonra Atetullah Hoi’den taklit etmeye başladım.

Necef’te bulunduğum o dönemde ‘‘Şeyh Ali İshak Hoi’’ benim özel üstadımdı. Kuzenlerinden biri birkaç yıl önce Irak’ta ticaret bakanı olarak görev yapmaktaydı. O zamanlar Cevat adında bir oğlu vardı fakat sonraları şehit oldu.

Damadı olan kuzenlerinden biri de aynı şekilde şehit oldu. Üstadıma göre şehit olan damadı kendini tüm varlığıyla İslam ve Ehlibeyt (a.s) mektebine adamıştı. Ayetullah Hekim, İmam Humeyni (r.a) ile görüşmemiz için ısrar etmekteydi. Sonunda İmam Humeyni (r.a) ile birkaç kez görüşmeye muvaffak olduk.

O zamanlar zihnimde oluşan bazı sorulardan dolayı taklit mecii olarak İmam Humeyni’yi (r.a) seçtim ve ondan taklit etmeye başladım. Ayetullah Hoi’nin yanına giderek şunları söyledim: Ben her gün namaz kıldıran sıradan kılasik molla olmak istemiyorum. Bana göre; bizler Muhammed (s.a.a) ümmetinin yetimleri olan ve Türk halkının üçte birini oluşturan ve zamanla Furu-u din’den uzaklaşan Ehlibeyt (a.s) sevdalılarının yardımına koşmalıyız.

Bunların birçoğu da zaten baskı altında fıkıhtan uzaklaşmışlar. Eğer Türkiye’ye dönersem, bu insanlar arasında etkili bir mübelliğ olabilirim.

Türkiye’de güçlü olan komünistler ve mataryalistler de kendilerine engel olan herkesi öldürüyor. Laik düzene sahip olan devletimiz ise benim etkili bir mübelliğ olduğumu anladığnda beni ortadan kaldırmak için mutlaka bir şeyler yapacaktır.

Türkiye’ye dönmekten korkum yok, tek korkum öldürülüpte şehit sayılmamak. Zira Türkiye’ye dönmem ya İmamın yâda imamın naibinin izni ile olmalıdır bu konuda sizin görüşünüz nedir? Ayetullah Hoi şöyle buyurdular: Öyleyse bu işleri bırakın, sıradan klasik molla olun. Bende cevaben şöyle söyledim: İmam Ali (a.s) Nehcü’l-Belaga’da şöyle buyuruyor:

: «وَ مَا أَعْمَالُ الْبِرِّ كُلُّهَا وَ الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ عِنْدَ الْأَمْرِ بِالْمَعْرُوفِ وَ النَّهْيِ عَنْ الْمُنْكَرِ إِلَّا كَنَفْثَةٍ فِي بَحْرٍ لُجِّيٍّ وَ إِنَّ الْأَمْرَ بِالْمَعْرُوفِ وَ النَّهْيَ عَنِ الْمُنْكَرِ لَا يُقَرِّبَانِ مِنْ أَجَلٍ وَ لَا يَنْقُصَانِ مِنْ رِزْقٍ»

Bu paragrafa ulaştığımda Türkiye’ye dönmem gerektiği kanısına kapılmaktaydım. Ayetullah Hoi şöyle buyurdu: İmam Ali’nin (a.s) Nehcü’l-Belaga daki bu sözleri sonradan eklenti olabilir. Nehcü’l-Belaga’nın aslından mı yoksa mülhaggatından mı olduğunu anlamanız için size sened getireyim mi? Dedim ve Ayetullah Hoi’nin ‘‘Minhacü’l-Berae’’ adlı kitabını götürdüm açtım ve önüne bıraktım. Ayetullah Hoi birkaç saniye kitaba baktı fakat bir şey söylemeden kitabı kapattı ve bana verdi. Bende ikinci kez yeniden sormayı münasip görmedim. Artk ne Ayetullah Hoi bir şey söyledi nede ben bir şey söyledim. Kitabı aldım ve gittim. Elbette Ayetullah Hoi’nin bana karşı özel bir lütuf ve inayeti vardı. Örneğin; Ayetullah Hoi, oğlu Muhammet Taki’yi üstadının 3o yıllık komşusu olmasına ve benimde genç bir talebe olmama rağmen eğitim için benim yanıma göndermişti. Her halükarda Ayetullah Hoi’den sorduğum soru hakkında herhangi bir netice alamadım ve İmam Humeyni’nin (r.a) yanına gittim ve aynı soruyu İmam Humeyni’ye (r.a) sordum.

İmam Humeyni’de (r.a) İmam Ali’nin (a.s) sözünü söyledi ‘Gidin Çalışın’’ kendi kendime dedim ki; neden İmam Humeyni’den taklit etmeye başladım tek bir sebebi var o da şu ki öldürülecek olursam en azından şehit sayılacaktım.

Bu olaydan sonrada İmam Humeyni (r.a) ile git gelimiz devam etti, hatta İmam Humeyni’nin (r.a) Necef’te itimat ettiği kişilerden biriydim ve liza İmam Humeyni’nin (r.a) talabelere dağıttığı Şehriye (Aylık maaş) sorumlusu bendim her ay talebelere İmam Humeyni’nin verdiği aylık maaşı isim listesine göre vermekteydim. Burada da yine bazıları hasetleri ve çekememezlikleri yüzünden İmam Humeyni’nin (r.a) yanına giderek şikayette bulundular ve bundan böyle Selahattin’nin eliyle dağıtılan aylık maaşı alamayacaklarını ve başka bir şahsı görevlendirmesinin istediler! Bu olayı İmam Humeyni’nin oğlu ‘‘Şehit Mustafa’’ (r.a) sonradan bana anlattı. İmam Humeyni (r.a) de onlara demiş ki ‘‘ Şehriye istiyorsanız onun elinden almalısınız’’ yani buda ben şehriye dağıtım görevini başka birisine veremem anlamına geliyordu. Sabah oldu, hepsi birden geldi ve benden aylık maaşlarını vermemi istediler ve bende verdim.

O zamanlar zahiri görünüş ve ders olarak iyi bir talabeydim ve onlarla okuduğum dersin kritiğini dahi yapmaktaydım. Bazen soru sorarken sesim yükseliyordu. İmam Humeyni (r.a) ve diğer müçtehitlerin huzurunda dahi öyleydim, eğer herhangi bir konu hakkında ikna olmazsam ben ikma olmadım diyordum.

İlk üstadım Şeyh Ali İshak’ın hatıralarında var; benim Necef’ten Türkiye’ye dönmemin ardından İmam Humeyni’nin (r.a) yanına giderek şöyle demiş; Şeyh Salahattin küstahlık ettiyse siz onu bağışlayın’’ İmam Humeyni’de (r.a) şöyle buyurmuş; böylesi daha iyi oldu’’ yani İmam Humeyni (r.a) benim dönmemden rahatsız olmadığı gibi bazı tavsiyelerdede bulunmuştu.

İran İslam Devriminin ardından yine İmam Humeyni (r.a) ile görüştüm ve biz İmam Humeyni’nin (r.a) tavsiyesi üzerine Türkiye’de cami yapımına başladık.

İzmir’e yakın bir bölgede İmam Hüseyin (a.s) Camii Şerifini inşa ettik. Cami imamıda atadım ve arada sırada birde kendim bizzat yakından gidip incelemelerde bulunuyordum. Mektebimiz arada eriyip kaybolmasın diye başka camilerde yaptık. Çünkü İmam Humeyni (r.a) Cami’nin ‘‘Mevzi’’ olduğunu söylemişti. İmam Humeyni’nin (r.a) bu sözü yani; siz her ne faaliyet yaparsanız yapın eğer Caminiz yoksa hiçbir faydası yok anlamına geliyordu. İşte sırf bu tavsiye üzerine ‘‘Cami ve Cami imamı olmalıdır’’ sözünden haraketle özellikle büyük şehirlerde onlarca cami inşa ettik. Halkımız genelde doğudan batı illerine büyük şehirlere göç etmekteydi ya komünist yâda Molla Fethullah Gülen’in taraftarı olmaktaydı. İşte sırf bu yüzden cami yapımına hız verdik ve Allah’a şükürler olsun ki netice itibarıyla başarılı olduk.

Kenan Evren’in yapmış olsuğu askeri darbe sonrası halkımız genellikle muhacir ve işçi kesiminden oluşmaktaydı. Ordu yönetime el koyduğu için olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı uygulanmaktaydı ve insanlarımız cami yapmasınlar ve ezan okumasınlar diye çeşitli bahanelerle götürülüp işkenceye tabi tutuluyordu. Biz onların bu düşünce tarzıyla mücadele ettik ve en azından azanı elimizden almasınlar diye var gücümüzle direndik. Şimdi Allah’a şükürler olsun ezan okuyoruz ve büyük şehirlerde 50 den fazla camiye sahibiz.

İmam Humeyninin (r.a) vefat ettiğini bana haber verdiklerinde ben inanamadım.

İmam Humeyni (r.a) vefat ettiğinde ben İstanbul da değildim. İstanbula 600 km mesafede bir şehirdeydim ve orada yaptırdığımız camide cami imamının evindeydim. Cami imamı kahvaltı için bir şeyler almak için dışarı çıkmıştı. Bende sofranın başında oturmuş bekliyordum. Cami İmamı eve geldi ve konuya giriş yapmadan direkt olarak İmam Humeyni (r.a) vefat etmiş dedi. Ben elimle sofrayı topladım ve hiçbir şey demedn kalktım ve arabama bindim.

Yaklaşık olarak 600 km yol geldim ama nasıl geldim bende anlamadım. Zeynebiye Camii’nin yanında aracımdan indim ve direkt olarak Camiye doğru gittim ve hiçbir şey söylemedim, kendi kendime umarım haber asılsızdır diyordum. Eve geçtim İran radyosunu açtım ve matem ağıtlarının yakıldığın duydum.  

Akşam namazını kıldırmak için camiye gittim ve cemaattan çıt çıkmadığını gördüm. Namazı kıldırdıktan sonra cemaate şöyle seslendim: İmam Sadık’ın (a.s) zamanında bir gün dostları o imamın evinde toplanmışlardı. Evde mersiye okunmaktaydı. İmam Sadık (a.s) merasim bittikten sonra şöyle buyurdu; eğer birisi sizden neden İmam Sadık’ın evinde toplanmıştınız diye soracak olursa küçük bir çocuk ölmüştü ondan dolayı toplanmıştık deyin. Çünkü o zamanlar sıkıyönetim vardı ve İmam Sadık (a.s) İmam Hüseyin (a.s) mersiyesi var demeyi maslahat görmemekteydi. Bu olayı anlattım ve ağlamaya başladım, cemaatta benimle ağlamaya başladı. Aşura gününde ağladığımızdan çok daha fazla gözyaşı döktük. İmam Humeyni’nin (r.a) vefatından sonra ben sadece bir kişinin rehber olduğunu, onunda ‘‘Seyit Ali Hamaney’’ olduğunu, taklit merciinin ise Ayetullah Eraki olduğunu cemaata duyurdum.

Necef’ten Türkiye’ye döndükten sonra siyasi mücadelenize devam ettiniz mi ve mücadeleniz döneminde hapse mahkûm edildiniz mi ve sizin tüm bu mücadelenizin asıl hedefi neydi?

Biz hakkı söylemeliyiz. İmam Humeyni’nin (r.a) deyimiyle vazifemize amel etmeliyiz netice bizi ilgilendirmez. Netice Allah’ın elindedir. Ben bir tohumun dahi ihlâs üzere ekildiğinde rüşt edeceğine inanmaktayım. Allah’a şükürler olsun öylede oldu. Bu bölge (Halkalı) komünistlerin kurtarılmış bölgesiydi. Komünistler halk mahkemesinde benim idam fermanımı imzalamıştı zira bu mıntıka onlara aitti.

Arada sırada bir aramızda çatışma dahi yaşanmaktaydı, zira komünistler bölgede ağırlıklarını korumak istiyordu, sırf bu yüzden geceleri gelip evlerimizin kapı ve duvarlarına yazılar yazmaktaydılar. Bizde onlarla mücadele ediyorduk ve gidip onların liderlerinin evelerinin kapı ve duvarlarına yazı yazıyorduk. Çünkü biz bölgede her daim etikin olmaya çalışıyorduk.

Biz eğer komünistlerle mücadele etmeseydik dinimiz tehlikeye girecekti. Eğer etseydik canımız tehlikeye düşecekti. Bende canımdan başka bir şeye sahip değildim bir canımız var oda din yolunda feda olsun diyordum. Ben şehit olmaktan korkmuyordum. Bilahare benim idam hükmünü imzalayacak olan yetkili makam halkın yanına giderek onların sözlerini dinledi. Zaten kendiside asaleten Ali (a.s) dostuydu. İdam hükmümü imzalayacak olan yetkili makam kendi kendine şöyle demiş; belkide muhalifler benim elimle bir Ali (a.s) dostunu öldürmek istiyor olabilir. Kendim bizzat gidip inceleyeceğim bu molla millete ne anlatıyor. Yetkili makam camiye geldi cemaatın arasında oturdu ve sohbetimi dinledi. Namazdan sonra halkın arasında yanıma gelerek bana şöyle dedi; sizinle birkaç dakika özel olarak görüşebilirmiyiz? Bende dedim ki tabi ki neden olmasın ve caminin misafir ağırlama bölümüne geçtik. O yetkili makamı misafir ağırlama odasına götürdüm ve konuşmaya başladık. Konular genellikle Komünizm ve İslam ağırlıklıydı. İslam ve Komünizmin arasında ki farklar sorulmaktaydı. Karşılıklı konuşmamız saatler çekti. Daha sonra bana kim olduğunu açıkladı ve kendisinin yetkili makam olduğunu ve kendisine sabit olduğu taktirde yeryüzünde fesat çıkarmak yüzünden idam hükmünü imzalayacağını belirtti. Fakat mezhepler arası taassuptan dolayı bazı suçlamaların asılsız olmasından korktuğum için kendim bizzat gelerek seninle görüşmek istedim dedi. Sizinle konuştuktan sonra sizin görüşlerinizin hiç de denildiği gibi olmadığı anladım ve eğer sizin gibi biri idam edilirdse gerçekten yazık olur ve ben sizin emrinizdeyim dedi. O yetkili makam bize birçok faydalar sağladı hatta bir dönem vekelaten belediye başkanlığı da yürüttü.

Yani idam hükmünü hapse çevirmeye muvaffak oldu mu?

Evet, idam hükmümü imzalamadığı gibi aynı zamanda bizim taraftarımız oldu.

Aşura merasimine katılanların sayısı ilk yıllarda 30 ila 40 bin kişi civarındaydı. Biz televizyon ve medya aracılığıyla İmam Hüseyin (a.s) yas ve matem merasimi olduğunu halkımıza duyurmaya çalışıyorduk. Televizyonalara verdiğimiz her reklam, takriben 20 saniye alt yazı olarak geçmekteydi.

O zamanlar reklam parası olarak saniye başına 200 dolar ödemekteydik. Reklam olarak verdiğimiz alt yazı, birkaç kez tekrarlanmak zorundaydı. Biz bunada razıydık fakaf yetkililer buna dahi izin vermiyordu. Bizde otobüslere ve taksilere afiş ve posterler asarak İstanbul genelinde Aşura programını duyurmaya çalışıyorduk. Mali olarak çok güçlü değildik fakat İmam Hüseyin (a.s) aşığıydık. İstanbul genelinde tebliğatımızı yapmaya devam ettik, özellikle caddelere ve köprülere afişler ve dev posterler astık. O yıl Aşura merasimine 300 bin kişi katıldı.

Biz 300 bin kişinin katıldığını biliyorduk fakat medya hakikati gizleyerek katılımın 30 ila 70 bin civarında olduğunu iddia ediyordu. Ben UNESCO’yu resmi olarak davet ettim ve gelip kalabalığı yakından görmelerini istedim. UNESCO Türkiye temsilcisi Profosör Orhan adında bir şahıştı.

Profosör Orhan’ı UNESCO tarafından temsilci olarak gönderdiler. Bende belediye başkanını davet ettim ve dedim ki gelin görün bakalım Aşura programına katılım rekoru bize mi ait başkasına mı ait? Vatikan heyeti temsilcisine dönerek şöyle söyledim size göre katılanların sayısı kaç? Vatikan temsilcisi katılımın en az 300 bin olduğunu söyledi.

Belediye başkanı ve valinin huzurunda en az 300 bin kişi toplandığını teyit ettiler ve Aşura programında en az 300 bin kişi katıldı diye yazılıp imzalandı ve Guinness Rekorlar Kitabı’na girdik. Şimdi ise öyle bir yere geldik ki televizyonlar Aşura programını canlı olarak vermekteler. Medyada Ana haber bültenlerinde Aşura programımız özel haber olarak yayınlanmakta.

Bir dafasında Diyanet işleri başkanı bana yazdığı mektupta bu kanayan yaranın her yıl yeniden gündeme getirilmesinin iyileşmek üzere olan yarayı dahada kanatacağını dile getirdi. Bende cevap olarak şöyle yazdım; bizim bilgimiz eksik olabilir fakat hem Şia kaynaklarında ve hem de Ehlisünnet kaynaklarında İmam Hüseyin’in (a.s) isyancı olarak kıyam ettiği yazılmamaktadır. Bilakis İmam Hüseyin (a.s) camide namazla meşgülken Yezidin mektubu geldi; ya biat edersin ya başın gider! İmam Hüseyin’de (a.s) Yezit gibi mahrem namahrem tanımayan ve aleni olarak fısk ve fücur işleyen birisine biat etmedi.

Yezidin ordusu sadece Ehlibeyti (a.s) katletmedi, Medine katliamında ‘‘Harre olayı’’nda peygamberin sahabelerinin peygamberin mezarı üzerinde başlarını kesti ve kadınlarına tecavüz etti. 10 binden fazla sahabe ve sahabe evladı katledildi, sadece Yezide biat edenler kurtuldu.

Gerçekte Müslümanların halifesi konumunda ki Emirü’l-Müminin’e şartsız biatı kabul etmiyorlardı aksine her şeyleri halife için ve halifenin hizmeti adı altında biat ediyorlardı. Bu şekilde biat edenler canlarını kurtarıyordu zira halifeye biat önceki halifeler zamanında ki gibi değildi ve kabulde görmüyordu.

Yezidin hilafet dönemi yaklaşık 3 yıl sürdü. Yezid 3 yıl zarfında Mekke’ye saldırdı ve Kâbe’yi mancınıklarla vurdu ve ateşe verdi. Sonundaysa Allah’ın gazabına duçar oldu ve tövbe edemeden cehenneme gitti. Yezidin karşısında duran Hüseyin (a.s) ise Ehlibeyttendir (a.s) evi vahyin nazil olduğu evdir.

Kur’an onun evinde nazil olmuştur. O paygamberin torunu, Fatıma’nın (s.a) ve dördüncü halifenin biricik evladıdır. Bu unvanlara baktığımızda onun vermiş olduğu her hüküm hiç şüphesiz İslam’ın hükmüydü. İşte bundan dolayı şöyle buyuruyordu; eğer benim gibi birisi Yezide biat edecek olursa İslam’ın Fatihası okunmuş demektir. Sırf bundan dolayı Yezide biat etmediği için öldürülmesi mi gerekmekteydi? Biat etmemesinin hedefi savaşmak değildi.

İmam Hasan (a.s) Muaviye ile barış anlaşması imzaladı ve Muaviye İmam Hüseyin (a.s) zamanında yüzlerce günah işledi, kardeşi İmam Hasan’ı zehirleterek şehit etti, babası İmam Ali’ye (a.s) yıllarca minberlerde ve vaazlarda lanet okuttu fakat buna rağmen İmam Hüseyin (a.s) savaşmadı başkasına da biat etmedi. Yezit dedi ki; Hüsyin (a.s) beni onaylamalıdır. İmam Hüseyin (a.s) de Yezidin isteğini yapmak istemiyordu zira Yezide biat edecek olsa İslam’ın şah damarını kesmiş gibi olacaktı.

Şimdi eğer biz yanlış söylüyorsak siz tarihi kaynakları göz önünde bulundurarak söyleyin, Yezit neye dayanarak böyle bir hüküm verdi? Siz buyurun biz de istifade edelim. Diyanet işleri başkanı anında mektubuma cevap olarak şunları yazmıştı; biz gerçektende yanlış yaptık özür dileriz, sizin sözünüz hak üzeredir. Bunun üzerine gelecek yıl Türkiye’de binlerce camide Aşura günü İmam Hüseyin (a.s) için ağıtlar yakıldı mersiyeler okundu ve vaazlar verildi. Ankara’da ‘‘Şam’ı Gariban’’ programı düzenlendi ve 72 camide 72 şehit adına hatim meclisi düzenlendi. Televizyıonlardan Hüseyin (a.s) unutulmamaıştır ve Hüseyin’in (a.s) musibetleri, tüm İslam Aaleminin musibetidir diye duyurular yapıldı.

Daha sonra Cumhurbaşikanı ‘‘Abdullah Gül’’ beni konuşmacı olarak cumhurbaşlkanlığı srayına davet etti. Bizim huzurumuzda mersiye ve ağıtlar yakıldı ve biz Aşura konusuna hurafelerin karışmasına engel olduk. Yaklaşık olarak 60 ila 70 dakika süren Aşura tiyatrosu için konuyu belirlemek için kendim bizzat tarihi kaynakları araştırıyor ve yazıyorum.

Onlar tüm asırlara hitap edecek sözlere sahipler fakat bizim elimizde bulunan kaynaklara baktığımızda, İmam Hüseyi’nin (a.s) 57 yıllık ömrü şeriflerinde söylemiş olduğu sözler, Kerbela vakıasında 4 ay boyunce söylediği sözlerden daha azdır. Yani gerekli olan her şeyi söylemişler ve bizim bir şeyler eklememize gerek yok. Kerbela şehitlerine baktığımızda her birerinin çok yüce manalar içeren konuşmalar yaptığına şahit olmaktayız. Kerbela şehitleri şöyle diyorlar; ‘‘bin kez öldürülsek ve yakılsak dahi yine de seni terk etmeyeceğiz.’’ Bizler bu sözlerden daha güzel ne söyleyebiliriz ki?

İmam Hüseyin (a.s) neyi söylemeyi unuttu ki biz onu söyleyelim? Bugün bir söz söyleyebiliriz ve halkı ağlatabiliriz fakat yarın söylediğimiz söz gülünç olabilir. Ancak şehitlerin sözü gülünç olmaz olamaz zira onlar gerçekten yüce manalar içeren sözler söylemkteler. İşte tüm bunlardan sonra Ehlisünnetin tanınmış simalarından bir kişi, Alevilerin önde gelenlerinden bir kişi ve bizden de bir kişi olmak üzere 3 kişi bir araya gelip sohbet etme kararı aldık. Şimdiyse Allah’a şükürler olsun ki Aşura, Erbain ve Gadir Hum programları gerektiği şekilde halk arasında yerini buldu.

Biz Erbain programını Şiiler, Sünniler ve Aleviler olarak hep bir arada düzenlemekteyiz hatta Erbain programlarından birinde Ayetullah Buşehri’de konuk olarak davetliydi. Yaklaşık olarak 10 bin kişi salonda toplanarak Erbain programını icra ettik. Biz devletten Aşura gününün tatil edilmesini talep etmekteyiz. Bu sebebten dolayı devlet bakanımıza ve Sayın Erdoğan’a böyle bir öneride bulunduk.

Sayın Özgündüz tüm bu kültürel faaliyetlerinizin yanısıra spor yapmaya da vakit ayırıyormusunuz?

Belimden rahatsızlamadan önce spor salonuna gidiyordum. Özellikle valeybol ve karate dallarında spor yapmaktaydım. Yaş ilerledikçe özellikle 2 amaliyat geçirdikten sonra spor yapamaz oldum. Önceleri sürekli gençlerle birlikteydim elbette onlarında benim olduğum yerde olma şartıyla zira büyük bir heyecanla her tarafa gitmekteydim.

Sporu bıraktıktan sonra izleyici olarak devam ettim. İnkılâptan sonra halkın çeşitli kesimlerinden farklı mezheplerden insanlar gruplar halinde yanıma gelmekte ve sabahlara kadar sohbet etmekteydik. İnkılâbın ilk yıllarından itibaren radyo dinlemekteyim özellikle haberleri yakından takip etmekteyim. Sabatan öğlene kadar çoğu zaman konferanslarda vakit geçirmekteyim. Spor yapmam ve spora alaka duymam adını ‘‘İFA Spor Kulübü’’ olarak seçtiğimiz bir futbol takımı kurmamıza neden oldu. Bize dediler ki ‘‘İFA’’ adını değiştirin zira İFA ‘‘İslam Fedailerinin Cihadı’’ anlamına gelmekteydi. Belki de haklıydılar.

Bende bizim sağlam bedene ve sağlam ruha sahip bir nesil yetiştirmek için mükellef olduğumuzu söyledim. İşte buradan haraketle takımın adını ‘‘İFA’’ koyduk. Bazıları İFA’nın ‘‘İran Filistin ve Afganistan’’ manasında olduğunu söylüyordular.

Onlar ismin değiştirilmeinde ısrar ediyorlardı. İFA ismi üzerinde çok dövülmeme rağmen ismin değiştirilmesine izin vermedim. Renkleri konusundaysa şöyle söylüyorlardı; Bu renkler İran bayrağının renkleridir. Bende Hüseyin’in (a.s) renkleri olduğunu söylüyordum. İFA Spor Kulubi için yaklaşık olarak 30 bin metrekare alan aldık. Bu alan üzerinde mafya, belediye ve valilikle tartışmamızın ardından alanın büyüklüğü 45 bin metrekareye çıkarıldı. Eğer bugünkü fiyatıyla böyle bir alanı satık almak istesek 250 milyon dolardan aşağı değildir. İşte o alan üzerinde büyük bir kapalı spor kompleksi inşa ettik ve hâlihazırda tüm programlarımızı orada düzenlemekteyiz. Yaklaşık olarak maliyeti 70 milyon liradır. Belediye başkanının bana söylediğine göre alanın fiili fiyatı 100 milyon liraya ulaştı.

Spor kompleksimiz içerisinde bir büyük fotbol sahası ve iki tane de halısaha bulunmaktadır. Bu sahalar yıl boyunca kulüp adına maddi gelir sağlamaktadır. Yahya Kemal Beyatlı Kapalı Spor Kompleksi yıl boyunca 30 gün bize aittir. Aşura, Erbain, Gadir Hum ve Nevruz gibi önemli programlarımız bu salonda düzenlenmektedir. Yine de gerek gördüğümüzde bu salonu kullanma hakkına sahibiz. Hatta yıl boyunca önceden bildirmemiz halinde 300 gün dahi kullanabiliriz. Kompleksin tüm giderleri devlet tarafından karşılanmakta zira böylesine devasa bir kompleksin giderleri oldukça fazladır. Bizim için statyum da yapacaklar halısahalarıda bizim için yaptılar ve bize teslim ettiler. Etraf bölgelerde de cami yaptık. İstanbul genelinde 30’dan fazla camiye sahibiz.

ABNA24.COM